Lilypie Second Birthday tickers

30 Kasım 2010 Salı

Çocuk sahibi olmak....

Şöyle bir diyaloğu yapabilmek demekmiş:


Mekan bir türkü bar, sahnede arkadaş söylüyor, Savaş da bana bakarak söylüyor: 


"Elin elimde olsun kapı kapı dilenek..." 


sonrası: 


Derya: Yok la, ne dilenecez. Kötü bu türkünün burası. 
Savaş: Yani elin elimde olsun bunu bile yaparım diyor. 
Derya: Tamam da aşk niye aşağı bir şeyi yaptırsın? "Elin elimde olsun açlıktan ölek" dese kabulüm ama dilenmek işi saçma. Dilenmem. Sen de dilenmezsin. Açlıktan ölürüz biz. 
Savaş: Peki şartlar öyle olsa, gerekse, Aze için dilenir misin? 
Derya: (5 saniye düşünüp) Dilenirim. (3 saniye daha düşünüp) Çalarım da!
Savaş: Ben de. 


Bilmiyorum bu iyi bir şey mi? Ama çocuk sahibi olmanın bizde yarattığı bir şeymiş işte. 
Devamını Oku »

26 Kasım 2010 Cuma

Neye niyet...

Tam annem burada çok yazmayı planlıyorum derken hasta olduk biz. Aze bir yandan hapşurup duruyor ben diğer yandan.Burnumuz akıyor, gözlerimiz yaşarıyor, boğazımız acıyor... Aze Çınar'ın gözleri iyice küçücük olup bana benzedi. Benim gözlerim ise artık benim gözlerime benzemiyor. Daha da küçülemeyeceği için yok oldu zira. Doktoru Aze'ye peditus şurup ve gözleri için damla verdi. Burnunu açmak için de serum fizyolojik kullanıyoruz. Bilumum ilaç süte geçtiğinden ben de onun şurubundan otlanıyorum. Bizim obur dana verdiğimiz hiçbir tada hayır demez diye düşünüyorduk bugüne kadarki ilaç vs deneyimlerimizden ama öyle değilmiş. Portakallı Peditustan hazzetmedi pek.
Hal böyle olunca 5 gündür sadece 1 kez banyo yaptı minik kumru. Kaç gündür yeni sesler çıkarmayı da öğrendiğinden öyle yaratıcı inliyor ve ağlamaya benzer sesler çıkarıyor inanamazsınız. Bir de o kadar içli bakıyor ki... Dün Savaş evdeydi hem bugünki sınavına çalışmak hem de bize bakmak için. Annem de bizimle ama o da rahatsız olduğundan mümkün mertebe ona iş bırakmamaya çabalıyorum. O da sağolsun hasta değilmiş gibi koşturup duruyor.
Nereden geldi bu hastalık diye düşünürken yakaladım kendimi. Sanki tüm bayramı sokaklarda geçirmemişiz gibi. Sanırım artık geçme üzere. Kumrum sabah burnu açık ve güleryüzlü uyandı. Gerçi her sabah gülerek uyanıyor ama bir kaç gündür içli ve halsizdi gülmeleri. İkimizin birden hastalanması iyi bir şey. Annenin yarattığı antikorlar sütle bebeye geçtiğinden iyileşmesi hızlanıyormuş. Anne hasta değilse bile bir şekilde kendine bulaştırmaya çalışmalıymış.
On gün öncesinden 4. Ay kontrolüne de gittik. Boyu, kilosu akranlarına tamamen yetişmiş durumda. Sınırda bile değil. Gayet olması gereken aralıkta. Nezle dışında bir sıkıntısı da yok.

Tutma ve çekme işlerinde ustalaştı. Dün annanenin küpesini yakalayıp epey çekiştirmiş mesela. Benim ya da Savaş'ın yanaklarını, dudaklarını yakalıyor kucağımızda sallarken. Demin dediğim gibi çıkardığı sesler de epey arttı. Bazen o sesleri dinleyeceğiz diye durup beklediğimizden ve hemen ilgilenmediğimizden kıyamet kopuyor. Yüzüstü yatmaktan hiç hoşlanmıyor. Dönmeyi de henüz yapamadı. Bol bol yüzüstü bırakmamız gerekiyor anlaşılan.

Dün bize Fulya geldi. Üstelik hazırladığı kısır ve patates salatasıyla. Çay, kurabiye eklenince süper bir öğlen çay saati oldu. Önceki gün de büyük annaneye gittik. Bir önceki yayınladığım "Dayıya kahkaha" videosu oradan. Pek eğlendi yumurcak.


Pazar günü kardeşimiz Sinan'ın düğünü var. Bugün de var aslında. Şöyle ki; gelinimiz Özlem Antalya Manavgat'ta yaşıyor. Bugün Antalya'da kına/düğün bir şey olacak, pazar da burada. Biz Aze Çınar'ın kulağındaki olası rahatsızlık sebebiyle uçağa binmemiz sıkıntı yaratabileceğinden gitmedik. Umuyoruz ki pazara kadar bari tüm hastalığı atlatalım.
Sinan ve Özlem'e de ilk olarak buradan ömür boyu huzurlu, acısız, mutlu günler diliyoruz.
Devamını Oku »

25 Kasım 2010 Perşembe

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Dayanışma Günü

Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Dayanışma Günü. Aşağıdaki metin, 25 Kasım 2010 Kadın Platformu'nun bugünki basın açıklamasına davet metni. Hemen alttaki link ise Amerika'da yapılmış bir deneyin görüntüleri. İnsanların kendi rahatları için nasıl hassaslarken, bir kadının şiddete uğramasına bir o kadar duyarsız olduklarını gösteren...
Videonun direk linkini bulamadığım için facebook linkini veriyorum.
Kadınların şiddete uğramadığı, ikinci sınıf sayılmadığı bir dünya dileğiyle...

http://www.facebook.com/video/video.php?v=417313614003&comments


"25 kasım perşembe akşamı saat 19.00’da taksim tünel’de tek pankart arkasında, erkek ve erkek devlet şiddetine karşı isyanımızı bir kez daha birlikte haykırmak için buluşuyoruz. beraber taksim tramvay durağına yürüyoruz ve kürtçe, türkçe basın açıklamamızı okuyoruz.

yürüyüş boyunca ortak tek bir pankart ve imzasız mor bayrak ve feminalar taşıyacağız, rengarenk dövizlerimiz ve mor flamalarımızla şiddete karşı kadın dayanışmamızı haykıracağız.??her yıl olduğu gibi bu yıl da feminist gruplar, kadın örgütleri, çeşitli dernekler, platformlar ve partilerden kadınlar hep beraber şiddete karşı sesimizi yükselteceğiz.?

tüm kadınların katılımını bekliyoruz.

yer ve zaman: saat 19.00’da tünel’de toplanıyoruz. taksim tramvay durağına yürüyoruz.

25 kasım 2010 kadın platformu

amargi, demokratik özgür kadın hareketi, disk kadın komisyonu, ev işçileri dayanışma derneği, imece, istanbul barış için kadın girişimi, kadın emeği kolektifi, sosyalist feminist kolektif, edp’li kadınlar, emep’li kadinlar, halkevci kadınlar, kadıköy akader'li kadinlar, kesk’li kadınlar, sosyalist partili kadınlar, tmmob ist. kadın koordinasyonu, ödp’li kadınlar"
Devamını Oku »

22 Kasım 2010 Pazartesi

Aze Çınar'dan Dayıya Kahkaha!!


İlk kez böyle kahkaha attı hanımefendi. Tarih 22.10.2010
Devamını Oku »

Bayram bayram...

Bayram içerik olarak pek bir şey ifade etmez bana tatil oluşundan başka. Bir de çocukluk anıları tabi. Tatil oluşu sayesinde koca bir hafta eskiye göre pek ev kuşu olan ben ve minik kuzu Aze dışarıya, insana doyduk resmen. Ta pazar günü başladık atraksiyonlara. Ben yüzmeye gittim sabahtan, babası, büyük dayısı ve Aze Şiirci'ye gittiler. Zira baba Savaş bayramda evde olmak için pazar çalıştı. Ben de havuzdan oraya geçtim. Şiirci sakin olduğundan Savo'yla bolca vakit geçirip Metrocity'e geçtik. Vedat ve sevgili Nihan'la birlikte. Orada Aylin de bize katıldı. Bu önümüzdeki pazar düğünümüz var bizim. Savo'nun en küçük erkek kardeşi evleniyor. Onun düğünü için elbise baktık. Gezindik, yemeğimizi yiyip, kahvemizi içtik. Artık kafeinsiz kahveyi daha çok seviyorum. Geç saatte eve döndük. Sanki Savaş hiç çalışmamış gibi oldu. Bizden az sonra da o geldi.

Salı gününün bayram olduğunu kapıyı çalan çocukların tebriğiyle hatırladık. İlk günü kızımın Yağmur Ablası, Ezgi Teyzesi geldiler ziyarete. Akşam ise kuzeni İdil Eylül, Barış ve Semra. İkinci gün esas yoğunluğumuz başladı. Sevgili arkadaşlarımız Ümit ve Betül geldiler Bergama'dan. Senede en az iki kez görüşürüz kendileriyle. Onlar gelir, biz gideriz, Burhaniye, Altınoluk, Ayvalık civarlarında buluşuruz... Yine de birbirimizi çok özleriz hep. Yine çok özlediğimiz bu ara kalkıp geldiler  ne mutlu ki. O günü gezerek geçirdik. Arada yine düğün için bana elbise baktıysak da, şu süt verme hadisesinin bana sağladığı şahane kilolar sebebiyle içime sinen şekilde bir elbise bulamadık.

Ertesi gün, süper bir masada süper muhabbetle rakıya doyduk. Rakıya doyup, alkole doyamayıp üzerine sıcak şaraplar bile götürdük. Tabi öncesinde süt sağdım, mamayı hazır ettim. Eskiden ben o masayı görsem kendi kendime "Vay arkadaş içki masasında bebek arabasının ne işi var? Nasıl bir anne süt vermemeyi tercih edip alkol alır?" derdim. Evet derdim bunu. Şimdi ki Derya o Derya'ya "Çok konuşma dümbük kendi işine bak." diyor :) Uzaktan her bir şey pek kolay gözüküyormuş gerçekten. Neyse ki içtiğimiz mekan evimiz sıcaklığında, rahat ettiğimiz, Aze'nin her ihtiyacını sağlayabilecek bir mekan ve neyse ki süt sağma makinaları ve mamalar var. Ve en büyük neyse ki artık içerilerde sigara içilmiyor. Böylece yukarıda bahsettiğim gibi şahane bir gece geçirmiş olduk. Akşam Vedat da katıldı aramıza.

Bir ertesi gün ise sabaha Beşiktaş'ta kahvaltıyla başladık.Sonrasında alışveriş, dolaşmaca... Beşiktaş'ta elbisemi de bulmuş oldum. Melek gibi bir insan çıktı karşımıza:

- Ya ben kısa istiyordum ama
- Keseriz istediğiniz kadar.
- Ama bunun göğsü şöyle olsaydı?
- Diktiririz?
- Biraz sade mi?
- Şu taşı ekleriz...

Resmen sıfırdan başka bir elbise hazır ettiler. Olabilecek en iyi seçeneği edinmiş olduk böylece. Sonrasında sahilde kahvemizi içtik ve bölündük :) Savo, Vedat ve Aze eve gittiler. Biz Ümit ve Betül Beşiktaş'ta kalıp elbiseyi bekledik. Yemeğimizi yedik ve eve döndük. Aze o ana dek 6 gün en ufak sorun çıkarmadan bizimle sürtüp dururken ve hatta bundan çok keyif alırken o gece biraz huysuzlandı. Gaz sancısı gibi geldi. Damlasını verip, emzirdikten sonra rahatladı kuzucum.

Cumartesi sabah yolcu ettik sevgili arkadaşlarımızı. Ama yine duramadık evde. Bu sefer de Savo ve Vedat'a elbise almaya çıktık. Erkeklerin işi daha kolay derler ama bizimkiler görüntülerine pek hassas olduklarından hiç de öyle olmadı. Biz Aze'yle mekanların keyfini çıkarıp, arada kıyafetlere yorum yapmakla yetindik. Sabahtan akşama o kadar dolanmamız neyse ki boşa gitmedi, tüm alışverişimiz tamamlandı. Evimizde döndük, evde bizi Aze'nin annannesi bekliyordu. Böylece Aze evimizin  DeryAze yalnızlığına direk dalmayıp geçiş sürecine geçmiş oldu.


Bu geçtiğimiz haftaya baktığımızda Aze Çınar gelişmeleri şöyle; Artık nesneleri baya baya tutup, çekiştiriyor. Eline alıp, sallıyor. Gözleriyle takip ediyor. Sesleri iyice duyup, sese doğru dönmeye başladı. bıbıbımmmm, agkuukuuu, bummmm, hiyyeeeee, gibi sesleri net çıkarmaya başladı. Biberonu görünce yemeğin geldiğini anlayıp heyecanını gösteriyor obur kuzu. Uykusu gelince, eliyle gözünü kapatıp kendi kendini uyutmaya çalışıyor. Çoğunlukla da başarıyor. Artık daha net kahkaha atmaya başladı. Ama sık sık da öksürerek kahkaha attığını sanmaya devam ediyor. Savaş'a göre ben o kadar çok ve farklı şekilde gülüp, kahkaha atıyorum ki çocuk da bana yetişmeye çalışıyor :) Bir öğününü 150 cc'ye çıkardık. Gece uyumadan önceki öğününde 180 cc veriyoruz. Daha çok versek daha çok yiyecek (Maşallah mı denir burada?) Kaka sayısı neredeyse günde 1'e düştü. O da sanki bütün günü biriktirip hepsini birden yapmış gibi, badisine, tulumuna geçecek kadar çok oluyor. Birazcık huysuzlukları arttı. Sebebini tam çözemedik. Ama sağlıksal bir sorun yok gibi. Yarın doktora kontrole gideceğiz. Bakalım kilomuz, boyumuz ne durumda.
Sol yumruğa dikkat!

Bayram boyunca özlemişim bloga yazmayı. Bebeğimin fotoğraflarını düzenlemeyi. Annem bir süre buralardayken daha sık yazmaya çalışacağım.
Devamını Oku »

16 Kasım 2010 Salı

Aze küçükken...

Dün Kasımpaşa'da yolda bir anne gördüm. Minicik bebeği omzunda karşıdan karşıya geçiyordu. Gülümsedim ve aklımdan şu cümle geçti: "Aze de küçükken kafasını tutamayıp böyle düşekalırdı omzumda..." Sonra kendime güldüm. Daha bir hafta önce Savaş'la dalga geçmiştim, "Aze küçükken bu tulumu çok giyiyordu." dediği için. Henüz 3 aylık bebeğin "küçükken"li cümlesi mi olur len" demiştim. Ama oluyormuş. O 3 ay öncenin iki katı boyutunda şu an. Başı, gözü, yüzü, bacakları, elleri her yeri daha kocaman. Davranışları, uykuları, bakışları, gülüşleri daha başka. Kimbilir bir 3 ay sonra da şu halinin iki katı olacak ve bize şu haller minicikmiş gibi kalacak aklımızda. O zaman bilmem de, şu zaman çok komik. 3,5 ayda bu kadar büyüyormuş insan. 


O değil de Aze küçükken çok küçükmüş :)
Devamını Oku »

12 Kasım 2010 Cuma

Children see. Children Do.



Sen kimsen çocuğun odur...
Devamını Oku »

11 Kasım 2010 Perşembe

Parmak Emmece

Bebeğin parmak emmesi benim için sıkıntı potansiyelli bir hadiseydi. Bu yüzden emme güdüsü arttığında hemen emzik verdik Aze'ye. Parmak emmesin de emzik istediği kadar emsin dedik. Hem emziği bırakması daha kolay hem parmak emmek parmağın şeklini bozabilir diye. Düne kadar da emzikle iyi geldik. O kadar bağımlılık geliştirmedi Aze emziğe. Günde bir iki kez emip, bir süre sonra da sıkılıp atıyordu emziği. Ancak dün maalesef parmak emmeye başladı minik sincap. 

Hem de nasıl emmek, cork cork sesleri tee mutfaktan duyuluyor. Öyle de bir şekil geliştirmiş ki baş parmak ağızda, diğer dört parmak gözlere doğru yüzü kapayacak şekilde... 

Fena halde komik. Dün denedim baya parmak ağza gittiğinde çekip emziği koymayı ama bir paradoks geliştirdik. Şöyle ki; Aze bizi görünce, öncesinde bir beş dakikadır görmüyor haldeyse otomatik olarak gülmeye başlıyor. O esnada emzik de atılıyor ağızdan ağız açık rahat gülmek için. E ben eli çıkarıp emziği koymaya çalıştığımda hatun paso gülüyor olduğundan emziği atıp durdu. Çok uykulu olduğu bir iki an emziği aldı. Bir kaç seferde ise emziği yana ittirip, hem emzik hem parmağı ağzına sokmayı başardı!! 

Yine son bir kaç gündür de eller epey kullanılmaya başlandı. En şahane kullanımı ise kucağımızdayken ya çenemizi ya yanağımızı, kulağımızı, boynumuzu vs okşaması. Dünyanın en şahane zevki!

Şurada da anneyi yanaktan yakalayıp çekiştirirken sanki öpecek gibi değil mi?


Devamını Oku »

4 Kasım 2010 Perşembe

Aze Çınar 3 Aylık

Bugün itibariyle kızımız 3 ayını doldurdu. Aylardır gün, hafta, ay sayar haldeydim. Hamilelikte önce ilk 3 ay bitsin diye dua ettim. Sonra sırasıyla 27. hafta, 32. hafta, 36. hafta ve 40. hafta. Bebek doğunca bu sayma işi bitecek sanıyordum bitmedi: Göbeği düşsün, kırkı çıksın, ikinci ay dolsun ve son olarak 3. ay bitsin. Sonunda bitti. Sonunda gün saymadan tadını çıkarabileceğim bir an gelecekmiş, geldi. Olası bir sürü tehlike potansiyeli barındıran günler sınırım 3. aymış meğer. Ve şu an kızım dünyada, iyi besleniyorken, sağlıklı, uykusu, hareketleri kıvamındayken, artık iletişim kurabiliyorken saymam bitecekmiş, bitti. 


3. Ay itibariyle kızımız bir sürü şeyi yapabiliyor artık. Başını çook uzun süre dik tutabiliyor. Eliyle bir şeyleri kavrayabiliyor, istemediğini itebiliyor, bol bol gülüyor, kahkahavari sesler çıkarabiliyor. Bilinçli "aaa" diyor. Konuşmaya çalışıyor. Aynada kendisine cilve yapıyor, babasını özlüyor, küsüp trip yapıyor (bu huy tamamen anneden alınmış), anne kucağındayken bacağını omzuma atmaya çalışıyor, boyu 60 cm, kilosu 5650'ye ulaştı. 


Birlikte ilk doğumgünümü kutladık. Acayip bir histi. Büyüdük de küçük bebek Arya'yı ziyarete gittik akran Devrim'le birlikte. Sonra ilk oyun halısını edindi Aze Çınar ve çok sevdi. Haşır huşur seslerden çok hoşlandı. Müzik çalan aparatlara bayıldı. Onları tutup çekmeye çalışsa da beceremeyip sinirlendi... Karşılıklı etkileşimleri süperdi anlayacağınız. 


Aze'nin hayatında tüm bunlar olurken ben de "daha mutlu anne, daha mutlu bebek" şiarıyla yüzmeye başladım bugün itibariyle. Daha önce bahsetmiştim şurda. Yüzmek benim içim acayip bir şey. Salt yarım saat yüzmek bile tüm moralimi tavan yaptırdı, acayip enerji sağladı. Yüzme sonrası bir dolu işi halledip, kilolarca ağırlığı eve kadar hiç zorlanmadan taşıdım hatta. Sabahtan beri de yüzümde gülümseme... Bundan sonra en az haftada bir yüzmeyi planlıyorum. Hem fiziksel hem ruhsal faydaları tartışılmaz. 


Ya işte böyle. Kızım biraz daha büyüdü. Daha da büyümek için süt istiyor an itibariyle. Görüşmek üzere.

Devamını Oku »

2 Kasım 2010 Salı

Bebek - Çocuk Kitapları Mimi

Mim diye bir şey var blog aleminde. Okuduğum bloglarda hep rast gelirdim. Bir blogcu herhangi bir konuda yazıyor, sonra o konuyla ilgili sorular soruyor ve seçtiği bir kaç blogcudan o soruları cevaplamasını ya da o konuda yazmasını istiyor. İstediği isimler bloglarında yazıyorlar ve yazının içinde başka blogculardan aynı şeyi istiyorlar. Böylece bir süre sonra o konu hakkında epey bir yazı yazılmış oluyor. Konuya mim deniyor, yazması istenen blogcular "mimlenmiş" oluyor. Blog hayatımda da ilk kez sevgili Blogcu Anne Elif tarafından mimlenmiş bulunuyorum, mutluyum :)


Mim konusu; Çocuk kitapları. Biz henüz Savaş'la bu konuya ağırlık vermeye başlamasak da kafamızdaki gelecek planlardan hareketle cevaplayayım soruları; 


1. Boncuğunuza kitap seçerken en önem verdiğiniz kriterler nelerdir?


Benim için de Savaş için de en önemli kriter hayal gücünü arttırma özelliğinin olması. Biri kitapçı diğeri deli kitap okuru olan iki ebeveyn olarak, zengin kitap dağarcığımız içinden mümkün mertebe gerçeküstü yanları ağır basan kitaplara ağırlık vereceğiz sanırım zaman ilerledikçe. Gerçek nasılsa hayatın her yerinde.  
Bunun dışında, abuk mesajlar vermemesi, çocuğun kafasında sınırlara, net yargılara sebebiyet vermeyecek içerikte olmasına dikkat edeceğiz. Aradığımız en önemli bir başka özellik ise soru sordurması olacaktır. 


2. Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?


Kesinlikle. Demin söylediğim, "yaratıcılık", "hayal gücü" kriteri, ilk olarak kapaktan anlaşılır bence. 


3. Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?


İşte en çok o didaktik tarz çocuğun kafasında yargılara, sınırlara sebep olur bence. O yüzden onayladığım bir tarz değil. 


4. Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı illüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz ya da tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?


Çocuğu irrite edici olmamalı. Anlatılan hikayenin iyi bir tasviri olmalı ki resimlerde çocuk anlatılanın görüntüye uyarlanmasını bizzat görsün, sözü, görüntüye aktarmayı öğrensin. 
Henüz hiç kitap almadım, hediye kitaplarımız var şimdilik. Ama hikayesi uyduruk olan süper grafikli bir kitabı alıp ona hikaye uydurabilirim. 


5. Çocuğunuzun şu anda en sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?


Aze'nin şu an 3 kitabı var zaten :) 
1- Sevgili Melisa'nın hediyesi olan Konuşan hayvanlar 
2- Sevgili Funda'nın hediyesi Yaz Masalları
3- Yine sevgili Funda'nın hediyesi Nazım Hikmet'in Sevdalı Bulut'u


6. Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öyle bir masal mı uydururdunuz?


Ütopik bir dünyayı anlatırdım herhalde. Otostopçunun Galaksi Rehberi ve Mülksüzlerin birleştirilmiş, çocuk kitabı versiyonunu.


Ben de sevgili Başak, Duygu ve yazmaya fırsat bulur mu bilmem ama daha bir haftalık anne Selin'i mimleyeyim :)
Devamını Oku »

30 Kasım 2010 Salı

Çocuk sahibi olmak....

Şöyle bir diyaloğu yapabilmek demekmiş:


Mekan bir türkü bar, sahnede arkadaş söylüyor, Savaş da bana bakarak söylüyor: 


"Elin elimde olsun kapı kapı dilenek..." 


sonrası: 


Derya: Yok la, ne dilenecez. Kötü bu türkünün burası. 
Savaş: Yani elin elimde olsun bunu bile yaparım diyor. 
Derya: Tamam da aşk niye aşağı bir şeyi yaptırsın? "Elin elimde olsun açlıktan ölek" dese kabulüm ama dilenmek işi saçma. Dilenmem. Sen de dilenmezsin. Açlıktan ölürüz biz. 
Savaş: Peki şartlar öyle olsa, gerekse, Aze için dilenir misin? 
Derya: (5 saniye düşünüp) Dilenirim. (3 saniye daha düşünüp) Çalarım da!
Savaş: Ben de. 


Bilmiyorum bu iyi bir şey mi? Ama çocuk sahibi olmanın bizde yarattığı bir şeymiş işte. 

26 Kasım 2010 Cuma

Neye niyet...

Tam annem burada çok yazmayı planlıyorum derken hasta olduk biz. Aze bir yandan hapşurup duruyor ben diğer yandan.Burnumuz akıyor, gözlerimiz yaşarıyor, boğazımız acıyor... Aze Çınar'ın gözleri iyice küçücük olup bana benzedi. Benim gözlerim ise artık benim gözlerime benzemiyor. Daha da küçülemeyeceği için yok oldu zira. Doktoru Aze'ye peditus şurup ve gözleri için damla verdi. Burnunu açmak için de serum fizyolojik kullanıyoruz. Bilumum ilaç süte geçtiğinden ben de onun şurubundan otlanıyorum. Bizim obur dana verdiğimiz hiçbir tada hayır demez diye düşünüyorduk bugüne kadarki ilaç vs deneyimlerimizden ama öyle değilmiş. Portakallı Peditustan hazzetmedi pek.
Hal böyle olunca 5 gündür sadece 1 kez banyo yaptı minik kumru. Kaç gündür yeni sesler çıkarmayı da öğrendiğinden öyle yaratıcı inliyor ve ağlamaya benzer sesler çıkarıyor inanamazsınız. Bir de o kadar içli bakıyor ki... Dün Savaş evdeydi hem bugünki sınavına çalışmak hem de bize bakmak için. Annem de bizimle ama o da rahatsız olduğundan mümkün mertebe ona iş bırakmamaya çabalıyorum. O da sağolsun hasta değilmiş gibi koşturup duruyor.
Nereden geldi bu hastalık diye düşünürken yakaladım kendimi. Sanki tüm bayramı sokaklarda geçirmemişiz gibi. Sanırım artık geçme üzere. Kumrum sabah burnu açık ve güleryüzlü uyandı. Gerçi her sabah gülerek uyanıyor ama bir kaç gündür içli ve halsizdi gülmeleri. İkimizin birden hastalanması iyi bir şey. Annenin yarattığı antikorlar sütle bebeye geçtiğinden iyileşmesi hızlanıyormuş. Anne hasta değilse bile bir şekilde kendine bulaştırmaya çalışmalıymış.
On gün öncesinden 4. Ay kontrolüne de gittik. Boyu, kilosu akranlarına tamamen yetişmiş durumda. Sınırda bile değil. Gayet olması gereken aralıkta. Nezle dışında bir sıkıntısı da yok.

Tutma ve çekme işlerinde ustalaştı. Dün annanenin küpesini yakalayıp epey çekiştirmiş mesela. Benim ya da Savaş'ın yanaklarını, dudaklarını yakalıyor kucağımızda sallarken. Demin dediğim gibi çıkardığı sesler de epey arttı. Bazen o sesleri dinleyeceğiz diye durup beklediğimizden ve hemen ilgilenmediğimizden kıyamet kopuyor. Yüzüstü yatmaktan hiç hoşlanmıyor. Dönmeyi de henüz yapamadı. Bol bol yüzüstü bırakmamız gerekiyor anlaşılan.

Dün bize Fulya geldi. Üstelik hazırladığı kısır ve patates salatasıyla. Çay, kurabiye eklenince süper bir öğlen çay saati oldu. Önceki gün de büyük annaneye gittik. Bir önceki yayınladığım "Dayıya kahkaha" videosu oradan. Pek eğlendi yumurcak.


Pazar günü kardeşimiz Sinan'ın düğünü var. Bugün de var aslında. Şöyle ki; gelinimiz Özlem Antalya Manavgat'ta yaşıyor. Bugün Antalya'da kına/düğün bir şey olacak, pazar da burada. Biz Aze Çınar'ın kulağındaki olası rahatsızlık sebebiyle uçağa binmemiz sıkıntı yaratabileceğinden gitmedik. Umuyoruz ki pazara kadar bari tüm hastalığı atlatalım.
Sinan ve Özlem'e de ilk olarak buradan ömür boyu huzurlu, acısız, mutlu günler diliyoruz.

25 Kasım 2010 Perşembe

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Dayanışma Günü

Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Dayanışma Günü. Aşağıdaki metin, 25 Kasım 2010 Kadın Platformu'nun bugünki basın açıklamasına davet metni. Hemen alttaki link ise Amerika'da yapılmış bir deneyin görüntüleri. İnsanların kendi rahatları için nasıl hassaslarken, bir kadının şiddete uğramasına bir o kadar duyarsız olduklarını gösteren...
Videonun direk linkini bulamadığım için facebook linkini veriyorum.
Kadınların şiddete uğramadığı, ikinci sınıf sayılmadığı bir dünya dileğiyle...

http://www.facebook.com/video/video.php?v=417313614003&comments


"25 kasım perşembe akşamı saat 19.00’da taksim tünel’de tek pankart arkasında, erkek ve erkek devlet şiddetine karşı isyanımızı bir kez daha birlikte haykırmak için buluşuyoruz. beraber taksim tramvay durağına yürüyoruz ve kürtçe, türkçe basın açıklamamızı okuyoruz.

yürüyüş boyunca ortak tek bir pankart ve imzasız mor bayrak ve feminalar taşıyacağız, rengarenk dövizlerimiz ve mor flamalarımızla şiddete karşı kadın dayanışmamızı haykıracağız.??her yıl olduğu gibi bu yıl da feminist gruplar, kadın örgütleri, çeşitli dernekler, platformlar ve partilerden kadınlar hep beraber şiddete karşı sesimizi yükselteceğiz.?

tüm kadınların katılımını bekliyoruz.

yer ve zaman: saat 19.00’da tünel’de toplanıyoruz. taksim tramvay durağına yürüyoruz.

25 kasım 2010 kadın platformu

amargi, demokratik özgür kadın hareketi, disk kadın komisyonu, ev işçileri dayanışma derneği, imece, istanbul barış için kadın girişimi, kadın emeği kolektifi, sosyalist feminist kolektif, edp’li kadınlar, emep’li kadinlar, halkevci kadınlar, kadıköy akader'li kadinlar, kesk’li kadınlar, sosyalist partili kadınlar, tmmob ist. kadın koordinasyonu, ödp’li kadınlar"

22 Kasım 2010 Pazartesi

Aze Çınar'dan Dayıya Kahkaha!!


İlk kez böyle kahkaha attı hanımefendi. Tarih 22.10.2010

Bayram bayram...

Bayram içerik olarak pek bir şey ifade etmez bana tatil oluşundan başka. Bir de çocukluk anıları tabi. Tatil oluşu sayesinde koca bir hafta eskiye göre pek ev kuşu olan ben ve minik kuzu Aze dışarıya, insana doyduk resmen. Ta pazar günü başladık atraksiyonlara. Ben yüzmeye gittim sabahtan, babası, büyük dayısı ve Aze Şiirci'ye gittiler. Zira baba Savaş bayramda evde olmak için pazar çalıştı. Ben de havuzdan oraya geçtim. Şiirci sakin olduğundan Savo'yla bolca vakit geçirip Metrocity'e geçtik. Vedat ve sevgili Nihan'la birlikte. Orada Aylin de bize katıldı. Bu önümüzdeki pazar düğünümüz var bizim. Savo'nun en küçük erkek kardeşi evleniyor. Onun düğünü için elbise baktık. Gezindik, yemeğimizi yiyip, kahvemizi içtik. Artık kafeinsiz kahveyi daha çok seviyorum. Geç saatte eve döndük. Sanki Savaş hiç çalışmamış gibi oldu. Bizden az sonra da o geldi.

Salı gününün bayram olduğunu kapıyı çalan çocukların tebriğiyle hatırladık. İlk günü kızımın Yağmur Ablası, Ezgi Teyzesi geldiler ziyarete. Akşam ise kuzeni İdil Eylül, Barış ve Semra. İkinci gün esas yoğunluğumuz başladı. Sevgili arkadaşlarımız Ümit ve Betül geldiler Bergama'dan. Senede en az iki kez görüşürüz kendileriyle. Onlar gelir, biz gideriz, Burhaniye, Altınoluk, Ayvalık civarlarında buluşuruz... Yine de birbirimizi çok özleriz hep. Yine çok özlediğimiz bu ara kalkıp geldiler  ne mutlu ki. O günü gezerek geçirdik. Arada yine düğün için bana elbise baktıysak da, şu süt verme hadisesinin bana sağladığı şahane kilolar sebebiyle içime sinen şekilde bir elbise bulamadık.

Ertesi gün, süper bir masada süper muhabbetle rakıya doyduk. Rakıya doyup, alkole doyamayıp üzerine sıcak şaraplar bile götürdük. Tabi öncesinde süt sağdım, mamayı hazır ettim. Eskiden ben o masayı görsem kendi kendime "Vay arkadaş içki masasında bebek arabasının ne işi var? Nasıl bir anne süt vermemeyi tercih edip alkol alır?" derdim. Evet derdim bunu. Şimdi ki Derya o Derya'ya "Çok konuşma dümbük kendi işine bak." diyor :) Uzaktan her bir şey pek kolay gözüküyormuş gerçekten. Neyse ki içtiğimiz mekan evimiz sıcaklığında, rahat ettiğimiz, Aze'nin her ihtiyacını sağlayabilecek bir mekan ve neyse ki süt sağma makinaları ve mamalar var. Ve en büyük neyse ki artık içerilerde sigara içilmiyor. Böylece yukarıda bahsettiğim gibi şahane bir gece geçirmiş olduk. Akşam Vedat da katıldı aramıza.

Bir ertesi gün ise sabaha Beşiktaş'ta kahvaltıyla başladık.Sonrasında alışveriş, dolaşmaca... Beşiktaş'ta elbisemi de bulmuş oldum. Melek gibi bir insan çıktı karşımıza:

- Ya ben kısa istiyordum ama
- Keseriz istediğiniz kadar.
- Ama bunun göğsü şöyle olsaydı?
- Diktiririz?
- Biraz sade mi?
- Şu taşı ekleriz...

Resmen sıfırdan başka bir elbise hazır ettiler. Olabilecek en iyi seçeneği edinmiş olduk böylece. Sonrasında sahilde kahvemizi içtik ve bölündük :) Savo, Vedat ve Aze eve gittiler. Biz Ümit ve Betül Beşiktaş'ta kalıp elbiseyi bekledik. Yemeğimizi yedik ve eve döndük. Aze o ana dek 6 gün en ufak sorun çıkarmadan bizimle sürtüp dururken ve hatta bundan çok keyif alırken o gece biraz huysuzlandı. Gaz sancısı gibi geldi. Damlasını verip, emzirdikten sonra rahatladı kuzucum.

Cumartesi sabah yolcu ettik sevgili arkadaşlarımızı. Ama yine duramadık evde. Bu sefer de Savo ve Vedat'a elbise almaya çıktık. Erkeklerin işi daha kolay derler ama bizimkiler görüntülerine pek hassas olduklarından hiç de öyle olmadı. Biz Aze'yle mekanların keyfini çıkarıp, arada kıyafetlere yorum yapmakla yetindik. Sabahtan akşama o kadar dolanmamız neyse ki boşa gitmedi, tüm alışverişimiz tamamlandı. Evimizde döndük, evde bizi Aze'nin annannesi bekliyordu. Böylece Aze evimizin  DeryAze yalnızlığına direk dalmayıp geçiş sürecine geçmiş oldu.


Bu geçtiğimiz haftaya baktığımızda Aze Çınar gelişmeleri şöyle; Artık nesneleri baya baya tutup, çekiştiriyor. Eline alıp, sallıyor. Gözleriyle takip ediyor. Sesleri iyice duyup, sese doğru dönmeye başladı. bıbıbımmmm, agkuukuuu, bummmm, hiyyeeeee, gibi sesleri net çıkarmaya başladı. Biberonu görünce yemeğin geldiğini anlayıp heyecanını gösteriyor obur kuzu. Uykusu gelince, eliyle gözünü kapatıp kendi kendini uyutmaya çalışıyor. Çoğunlukla da başarıyor. Artık daha net kahkaha atmaya başladı. Ama sık sık da öksürerek kahkaha attığını sanmaya devam ediyor. Savaş'a göre ben o kadar çok ve farklı şekilde gülüp, kahkaha atıyorum ki çocuk da bana yetişmeye çalışıyor :) Bir öğününü 150 cc'ye çıkardık. Gece uyumadan önceki öğününde 180 cc veriyoruz. Daha çok versek daha çok yiyecek (Maşallah mı denir burada?) Kaka sayısı neredeyse günde 1'e düştü. O da sanki bütün günü biriktirip hepsini birden yapmış gibi, badisine, tulumuna geçecek kadar çok oluyor. Birazcık huysuzlukları arttı. Sebebini tam çözemedik. Ama sağlıksal bir sorun yok gibi. Yarın doktora kontrole gideceğiz. Bakalım kilomuz, boyumuz ne durumda.
Sol yumruğa dikkat!

Bayram boyunca özlemişim bloga yazmayı. Bebeğimin fotoğraflarını düzenlemeyi. Annem bir süre buralardayken daha sık yazmaya çalışacağım.

16 Kasım 2010 Salı

Aze küçükken...

Dün Kasımpaşa'da yolda bir anne gördüm. Minicik bebeği omzunda karşıdan karşıya geçiyordu. Gülümsedim ve aklımdan şu cümle geçti: "Aze de küçükken kafasını tutamayıp böyle düşekalırdı omzumda..." Sonra kendime güldüm. Daha bir hafta önce Savaş'la dalga geçmiştim, "Aze küçükken bu tulumu çok giyiyordu." dediği için. Henüz 3 aylık bebeğin "küçükken"li cümlesi mi olur len" demiştim. Ama oluyormuş. O 3 ay öncenin iki katı boyutunda şu an. Başı, gözü, yüzü, bacakları, elleri her yeri daha kocaman. Davranışları, uykuları, bakışları, gülüşleri daha başka. Kimbilir bir 3 ay sonra da şu halinin iki katı olacak ve bize şu haller minicikmiş gibi kalacak aklımızda. O zaman bilmem de, şu zaman çok komik. 3,5 ayda bu kadar büyüyormuş insan. 


O değil de Aze küçükken çok küçükmüş :)

12 Kasım 2010 Cuma

Children see. Children Do.



Sen kimsen çocuğun odur...

11 Kasım 2010 Perşembe

Parmak Emmece

Bebeğin parmak emmesi benim için sıkıntı potansiyelli bir hadiseydi. Bu yüzden emme güdüsü arttığında hemen emzik verdik Aze'ye. Parmak emmesin de emzik istediği kadar emsin dedik. Hem emziği bırakması daha kolay hem parmak emmek parmağın şeklini bozabilir diye. Düne kadar da emzikle iyi geldik. O kadar bağımlılık geliştirmedi Aze emziğe. Günde bir iki kez emip, bir süre sonra da sıkılıp atıyordu emziği. Ancak dün maalesef parmak emmeye başladı minik sincap. 

Hem de nasıl emmek, cork cork sesleri tee mutfaktan duyuluyor. Öyle de bir şekil geliştirmiş ki baş parmak ağızda, diğer dört parmak gözlere doğru yüzü kapayacak şekilde... 

Fena halde komik. Dün denedim baya parmak ağza gittiğinde çekip emziği koymayı ama bir paradoks geliştirdik. Şöyle ki; Aze bizi görünce, öncesinde bir beş dakikadır görmüyor haldeyse otomatik olarak gülmeye başlıyor. O esnada emzik de atılıyor ağızdan ağız açık rahat gülmek için. E ben eli çıkarıp emziği koymaya çalıştığımda hatun paso gülüyor olduğundan emziği atıp durdu. Çok uykulu olduğu bir iki an emziği aldı. Bir kaç seferde ise emziği yana ittirip, hem emzik hem parmağı ağzına sokmayı başardı!! 

Yine son bir kaç gündür de eller epey kullanılmaya başlandı. En şahane kullanımı ise kucağımızdayken ya çenemizi ya yanağımızı, kulağımızı, boynumuzu vs okşaması. Dünyanın en şahane zevki!

Şurada da anneyi yanaktan yakalayıp çekiştirirken sanki öpecek gibi değil mi?


4 Kasım 2010 Perşembe

Aze Çınar 3 Aylık

Bugün itibariyle kızımız 3 ayını doldurdu. Aylardır gün, hafta, ay sayar haldeydim. Hamilelikte önce ilk 3 ay bitsin diye dua ettim. Sonra sırasıyla 27. hafta, 32. hafta, 36. hafta ve 40. hafta. Bebek doğunca bu sayma işi bitecek sanıyordum bitmedi: Göbeği düşsün, kırkı çıksın, ikinci ay dolsun ve son olarak 3. ay bitsin. Sonunda bitti. Sonunda gün saymadan tadını çıkarabileceğim bir an gelecekmiş, geldi. Olası bir sürü tehlike potansiyeli barındıran günler sınırım 3. aymış meğer. Ve şu an kızım dünyada, iyi besleniyorken, sağlıklı, uykusu, hareketleri kıvamındayken, artık iletişim kurabiliyorken saymam bitecekmiş, bitti. 


3. Ay itibariyle kızımız bir sürü şeyi yapabiliyor artık. Başını çook uzun süre dik tutabiliyor. Eliyle bir şeyleri kavrayabiliyor, istemediğini itebiliyor, bol bol gülüyor, kahkahavari sesler çıkarabiliyor. Bilinçli "aaa" diyor. Konuşmaya çalışıyor. Aynada kendisine cilve yapıyor, babasını özlüyor, küsüp trip yapıyor (bu huy tamamen anneden alınmış), anne kucağındayken bacağını omzuma atmaya çalışıyor, boyu 60 cm, kilosu 5650'ye ulaştı. 


Birlikte ilk doğumgünümü kutladık. Acayip bir histi. Büyüdük de küçük bebek Arya'yı ziyarete gittik akran Devrim'le birlikte. Sonra ilk oyun halısını edindi Aze Çınar ve çok sevdi. Haşır huşur seslerden çok hoşlandı. Müzik çalan aparatlara bayıldı. Onları tutup çekmeye çalışsa da beceremeyip sinirlendi... Karşılıklı etkileşimleri süperdi anlayacağınız. 


Aze'nin hayatında tüm bunlar olurken ben de "daha mutlu anne, daha mutlu bebek" şiarıyla yüzmeye başladım bugün itibariyle. Daha önce bahsetmiştim şurda. Yüzmek benim içim acayip bir şey. Salt yarım saat yüzmek bile tüm moralimi tavan yaptırdı, acayip enerji sağladı. Yüzme sonrası bir dolu işi halledip, kilolarca ağırlığı eve kadar hiç zorlanmadan taşıdım hatta. Sabahtan beri de yüzümde gülümseme... Bundan sonra en az haftada bir yüzmeyi planlıyorum. Hem fiziksel hem ruhsal faydaları tartışılmaz. 


Ya işte böyle. Kızım biraz daha büyüdü. Daha da büyümek için süt istiyor an itibariyle. Görüşmek üzere.

2 Kasım 2010 Salı

Bebek - Çocuk Kitapları Mimi

Mim diye bir şey var blog aleminde. Okuduğum bloglarda hep rast gelirdim. Bir blogcu herhangi bir konuda yazıyor, sonra o konuyla ilgili sorular soruyor ve seçtiği bir kaç blogcudan o soruları cevaplamasını ya da o konuda yazmasını istiyor. İstediği isimler bloglarında yazıyorlar ve yazının içinde başka blogculardan aynı şeyi istiyorlar. Böylece bir süre sonra o konu hakkında epey bir yazı yazılmış oluyor. Konuya mim deniyor, yazması istenen blogcular "mimlenmiş" oluyor. Blog hayatımda da ilk kez sevgili Blogcu Anne Elif tarafından mimlenmiş bulunuyorum, mutluyum :)


Mim konusu; Çocuk kitapları. Biz henüz Savaş'la bu konuya ağırlık vermeye başlamasak da kafamızdaki gelecek planlardan hareketle cevaplayayım soruları; 


1. Boncuğunuza kitap seçerken en önem verdiğiniz kriterler nelerdir?


Benim için de Savaş için de en önemli kriter hayal gücünü arttırma özelliğinin olması. Biri kitapçı diğeri deli kitap okuru olan iki ebeveyn olarak, zengin kitap dağarcığımız içinden mümkün mertebe gerçeküstü yanları ağır basan kitaplara ağırlık vereceğiz sanırım zaman ilerledikçe. Gerçek nasılsa hayatın her yerinde.  
Bunun dışında, abuk mesajlar vermemesi, çocuğun kafasında sınırlara, net yargılara sebebiyet vermeyecek içerikte olmasına dikkat edeceğiz. Aradığımız en önemli bir başka özellik ise soru sordurması olacaktır. 


2. Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?


Kesinlikle. Demin söylediğim, "yaratıcılık", "hayal gücü" kriteri, ilk olarak kapaktan anlaşılır bence. 


3. Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?


İşte en çok o didaktik tarz çocuğun kafasında yargılara, sınırlara sebep olur bence. O yüzden onayladığım bir tarz değil. 


4. Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı illüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz ya da tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?


Çocuğu irrite edici olmamalı. Anlatılan hikayenin iyi bir tasviri olmalı ki resimlerde çocuk anlatılanın görüntüye uyarlanmasını bizzat görsün, sözü, görüntüye aktarmayı öğrensin. 
Henüz hiç kitap almadım, hediye kitaplarımız var şimdilik. Ama hikayesi uyduruk olan süper grafikli bir kitabı alıp ona hikaye uydurabilirim. 


5. Çocuğunuzun şu anda en sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?


Aze'nin şu an 3 kitabı var zaten :) 
1- Sevgili Melisa'nın hediyesi olan Konuşan hayvanlar 
2- Sevgili Funda'nın hediyesi Yaz Masalları
3- Yine sevgili Funda'nın hediyesi Nazım Hikmet'in Sevdalı Bulut'u


6. Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öyle bir masal mı uydururdunuz?


Ütopik bir dünyayı anlatırdım herhalde. Otostopçunun Galaksi Rehberi ve Mülksüzlerin birleştirilmiş, çocuk kitabı versiyonunu.


Ben de sevgili Başak, Duygu ve yazmaya fırsat bulur mu bilmem ama daha bir haftalık anne Selin'i mimleyeyim :)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...