Lilypie Second Birthday tickers

Tanıklarından Aze Çınar'ı Karşılama Hikayeleri

Doğum her ne kadar anne ile bebek arasında en özel yaşanıyorsa da o anın başka bileşenleri de var. Heyecandan deliren babası var, tırnak yiyen teyzeleri, halaları var... Herkes bir başka yaşıyor hikayesini ve ben de Aze Çınar doğum anının tanıklarından da okusun aramıza katılış hikayesini istedim. 1. Yaş günü hediyelerinden biri olarak. Bu sayfada da derli toplu dursunlar dedim. Buyrun: 







Gökay'dan; Aze Çınar 1 yıldır bizimle 6

Ya doğurursa?

Tam iki haftalık tatil koparmışım iş yerinde ilk senemi doldurmadan, durur muyum! Hemen yola koyulma hazırlıklarına başlıyorum ama bir kekem var ki fena.. izin hikayemi duyar duymaz ilk tepkisi “sen yokken doğurayım da gör!” oluyor. Aslında itiraf etmem gerekirse benim de korkum bu, ya doğurursa?
Temmuz’un ikinci haftası olmuş, teknik olarak her an doğum olabilir.. Gidiyorum İstanbul’dan ama aklımın bir yanı buralarda kalıyor. Sık sık konuşuyoruz telefonda ve tabii her konuşmanın klişesi: “Sen dur oralarda daha! Sen gelmeden doğurayım da gör!”

Sanırım bir kadının sevdiği birine yapabileceği en korkunç –ve tabii bir yandan da tuhaf- tehdit bu. Her seferinde, “yahu keke, üç saatlik yoldayım altı üstü. Sen ‘sancı başladı’ de, ben daha doğum başlamadan ordayım” diye cevap veriyorum.. eh yalan da değil, o da bunu her seferinde kabul ediyor. Yine de her gün kulağım telefonda..

Neyse ki sonunda dönüş günüm gelip çatıyor, Ağustos’un 1’i son izin günüm ve Derya henüz doğurmamış! İçim rahat dönüyorum bıraktığım yerlere.. Kolay değil, bunca senelik arkadaşım, kardeşim, yoldaşım, kekem.. Bensiz doğuracağını aklıma bile getiremem, minik arkadaşımızın aramıza katılışını kaçırmak gerçekten korkunç olur.

Doğum biraz daha bekleyecek..

İzin dönüşü ilk günüm mecburen evde geçiyor, ertesi günse ilk işim Derya’yı görmek olacak. Ayın üçünde ben işimin gücümün başında uğraşırken onlar
rutin doktor kontrollerine gitmişler. Akşam gittiğimde; öğleden sonra doktora gitmekle kalmamış, sonrasında da bir dolu misafir ağırlamış bir kadın buluyorum karşımda. Her zamanki gibi enerjisi, muhabbeti yerinde.. Doktordan aldığı son ayrıntıları anlatıyor: doğum biraz daha bekleyecek.

Kekem ise bir yandan çok rahat ama bir yandan da ağustos sıcağında - İstanbul’da ve karnı burnunda olmanın sıkıntılarını yaşadığı ve belki de artık o’nu görmek için çok sabırsızlandığı için bir an önce doğurmak istiyor. Bunları konuşuyoruz uzun uzun.. Zor işler.. hak vermemek elde değil..


Nişan ne???!!!

Biz muhabbet ederken, karnında tuhaf bir ağrı başladığından söz ediyor ama aldırmıyoruz, bütün gün koşturmuş doğaldır diye düşünüyoruz.. Derken uzun bir telefon görüşmesine dalıyorum, arayan ablam.. Bu sırada Derya cephesinde bir hareket, bir kıpırdanma var ama anlamıyorum tabii. “doktoru arasam mı?” diye konuştuğunu duyuyorum Aylin’le.. Sonra telefon kapanışı ve sorular.. ‘nişan’ falan diye bir şeyden bahsediyor Derya.. Tam dokuz ay olmuş, beni her türlü doğum diline alıştırmış ama en önemli detayı atlamış sanırım! Ah be keke, ben taaa Edirnelerdeyken sabahın kör vakti arayıp kemiklerin nasıl açıldığını
anlatmayı biliyordun da bir nişancığı mı anlatmayı unuttun? Nişan ne???!!!
Bu ağrı ne peki?

Derya’nın kısa açıklaması yetiyor, hadi hemen ara doktoru diyoruz ama bir yandan da kaptırmamaya çalışıyoruz bu fikre. İyi de etmişiz, vajinal muayenedendir diyor doktor.. Eh koca doktor, ikna olmak hiç zor değil.. Eh tamam nişan değilmiş de, bu ağrı ne peki? Düzenli aralıklarla hafiften gelen bir ağrımsı sancımsı bişey. Bir kere doktora da danışmızşız, hem biliyoruz ki (o kadar filmi boşa izlemedik herhalde) doğum başlarken kadın, civar hastanelere ‘hazırlanın doğum başlıyor’ sinyali verecek kadar büyük çığlıklar atar.. Bu bilgiye güvenerek ağrıyı da muayeneye veriyor, muhabbete devam ediyoruz. Hayır, o kadar da düzenli ki ağrılar, bir süre sonra ‘zaman mı tutsak ne?’ moduna geçiyoruz tüm inkarımıza –ya da doktorun tüm inkarına- rağmen..
Hiç fena fikir değilmiş, bildiğin 10 dakikada bir falan düzenli olarak geliyor ağrı. Derya belinin ovulmasını istiyor, bir yandan da kafalar iyice karıştığı için zaman tutmaya devam etmeli.. Organizatörümüz olarak hemen görev dağılımını yapıyor tüm sakinliğiyle: Aylin bel ovucu, Gökay zaman tutucu.

Doğuruyor yahu!!!

Görevlerimizi hiç aksatmıyoruz: Derya ağrıyor, Aylin ovuyor, Gökay sayıyor. O aralıklarda da sohbet muhabbet gırla tabii! Zaman oluyor ki gülmekten görevlerimizi aksattığımız oluyor. Allah kimseyi geyiklere karıştırmasın, kadın doğuruyor yahu!!! Bu sırada sancılar tak diye 7 dakikaya, ardından kısa zamanda 5 dakikaya düşüyor. Durum ciddi galiba diye düşünmeye başlıyoruz ufaktan (nihayet). Malum; baba iş yerinde, arayıp bir haber edelim diyoruz telaş ettirmeden. Derya o kadar rahat ki Savaş’ı da telefonun diğer ucunda sakinleştirmeyi başarıyor. Savaş işine gücüne devam ederken sancı aralıkları 2 dakikaya kadar düşüyor. Biraz şiddeti artmış olabilir ama yalnızca Derya’nın duşa girip, en güzel elbisesini giyip, saçını başını toplayabileceği, arada da bizimle muhabbet edebileceği kadar..

Saat 24.00 sularında baba adayımız telaşla giriyor eve, biraz şaşkın. Sanırım doğal olarak: Derya’nın basbayağı doğum sancısı başlamış ama her şey fazla sakin ve evdeki üç kişi kikirdeyip duruyor. Derya hala doktoru yeniden aramaya ikna değil, Savaş’ın en önemli görevi de bu oluyor: Derya’yı ikna etmek.. (ki bilenler bilir, Derya’yı ikna etmek gerçekten en zor şeylerden biridir)

İşşşte bu!

Doktor’un “hem-men gelin! Ne duruyorsunuz!” demesiyle yol hazırlıklarına başlanıyor, sonra Neşe’yle Gökşen arabayla geliyorlarmış haberi gelince, üstüne bir de oturup rahaaat rahat gidelim diye onları bekliyoruz. Çok da iyi etmişiz, çok sürmeden geliyorlar, düşüyoruz yola. Yinde de herkesin bir “ya değilse” ihtimali duruyor kafasında, zira Derya hala ortalığı bağırarak inletmemekte kararlı.. O yüzden hastaneye varıp Derya, ebenin de olduğu odaya kapatıldığında; biz kapıda bekleyenler hala kendimizi Aze’nin geldiği fikrine kaptırmamaya çalışıyoruz. Ve çok geçmeden kapı açılıyor, ebe yüzünde bir gülümsemeyle, bizi içeri çağırıyor. (Ne anlama geliyor bu gülümseme? ‘amma da abartmışınız buralara kadar gelip, bildiğin sahte sancı bu’ falan gülümsemesi mi acaba?) İçeri giriyoruz, haberi Derya veriyor: Doğum başlamış! İşşşte bu! Alkış kıyamet!

Bir zılgıt atmadığımız kaldı, sancılı (!) anne adayımız da dahil! Hastanedekiler
şaşkın..

Kapı dışına sürgün..

Gerisi, hastanenin denetimindeki süreç. Her şey daha bir hızlı ilerliyor, hızla odaya taşınıyoruz, sonra aynı hızla biz yanındakiler dışarı çıkartılıyoruz. Bu kez kapı önünde sürüyor bekleme. Arada gözümüzün önünden bir Derya geçiyor, sonra tekrar dönüyor falan.. Sürecin yalnızca uzaktan izleyici olarak kalıyoruz koridorda. Hayır bensiz sancı aralığını falan nasıl ölçüyorlar onu anlamıyorum.. Her an tetikteyim, ihtiyaç anında kronometremle saymak için hazır bekliyorum.. Derken.. Görevlilerin sabrı taşıyor bir yerde, bu kez ‘ses yaptığımız için’ (muhabbet diyorduk oysa) taa hastanenin dışına sürülüyoruz. Daha elimizde sigarayla koridorda gergin doğum bekleyicisi sahnesini bile yapamamıştık oysa.. Asıl bu sahnenin kahramanı olması gereken Savaşsa, endişeyle bir içeride, bir dışarıda süreci idare etmeye çalışıyor. Herkes sabırsız.. ‘Hadi Aze, gel de sevelim artık!’

Yoksa?!!!!

Hastanenin önündeki bekleme ise, kah petrol istasyonunda, kah merdivenlerde, kah arabaların içinde sürüyor.. Ben en çok süreç uzayacak da ben işe güce gittikten sonra doğum olacak diye endişeliyim aslında. Öyle olmayacağına kendimi ikna etmeye çalışıyorum ve sabaha karşı pes düşüyoruz. İçerde ne olup bittiğine dair bir fikrimiz yok.. Birileri haber verecek diye başka başka şeylerle oyalanıp zaman geçirmeye çalışıyoruz. Sabaha karşı uyku gözlerimizi ele geçirmeye başlıyor yavaştan.. Arabalara bölünüp kafaları dayıyoruz bir yerlere. Tam uykuya dalıyoruz ki camda bir tıkırtı! ‘Ha?! Ne?!’ Savaş gelmiş! Yoksa?!!!!

Aze gelmiş!
“Aze doğdu!” diyor savaş yavaşça. Tanrım! geceyarısından beri beklediğimiz haber işte geldi! Ne yapmalı? Bebek! Bebek gelmiş işte! Aze gelmiş!!

Savaş sonunda bütün akşamın stresini Ayşen’e sarılıp ağlayarak atıyor. Biz onca muhabbetin arasındayken en zor süreci yaşayan o oldu belki de.. Hepimiz mutluluktan ne yapacağımızı bilmez haldeyiz. Aze’yle birlikte içeri giriş vizemiz de geldiğine göre, yerden bir karış yüksekten süzülerek odaya gidiyoruz hep birlikte... Orda! Gerçekten onca zaman kekemin karnında bir yerlerde durmuş o ufaklık sonunda kucağında öylece duruyor! Daha büyülü başka bir sahne bilmiyorum.. Gerçekten bilmiyorum.. O kadar güzel ki! İnanılır gibi değil.. hiç değil..

Kendimizi yeni doğmuş bebeklerin çirkin olacağı fikrine de boşuna alıştırmışız doğumdan önce, basbayağı şahane bir tip bu! Yumuk gözleri, minicik –ama gerçekten minicik- yüzü, eli kolu büyüleyici.. Rüya gibi.. Derya çok mutlu, Savaş da.. İşte şimdi karşımda en güzel anlarını yaşayan bir aile var.. Dünyanın en şahane bebeklerinden biri, hiçkimseyi yormadan-üzmeden sonradan da hep olacağı gibi sakince ve sabırla aramıza geldi nihayet, ve orda öylece duruyor..

Anasının kucağında.. Hem de inanılmaz kokuyor..

Tam o dakikalarda çekilmiş bir fotoğrafımız var, kim çekti hiç bilmiyorum.. Çoğunluk objektife bakıyor doğal olarak.. İşte o fotoğraftaki şaşkınlık halim tam da budur: Gelmiş! Ne kadar da güzel! Gözlerimi alamıyorum..

... 1 Sene Sonra

Bunlar yaşanalı tam 1 yıl oldu bugün, minik arkadaşımız Aze Çınar tüm güzelliği, tüm şahaneliğiyle aramıza katılalı.. Gerçekten varlığıyla çok şey değiştirdi; günlerimizi daha güzel etti, en moralimiz bozuk, en mutsuz günümüzde sadece onu görmek bile yetti.. Hala muhteşem kokuyor, gülüşüyle her şeyi hale yola koyuyor sanki.. Hoş geldi..
Biricik kekem ve Savaş.. Gerçek bir aile oluşunuzun birinci yılı, canım yeğenim Aze Çınar’ın birinci yaşı kutlu olsun, bundan sonraki yıllar da hep böyle mutlu geçsin. İyi ki varsınız.. İyi ki doğdun mis kokulu kuşum!





Aylin'den; Aze Çınar 1 yıldır bizimle 4

Hayatında ilk kez bir doğuma tanıklık etmiş ergen tarafından yazılanları okumakta olduğunuzu hatırlatıp,yaşanan duygu değişimlerini göz ardı etmenizi temenni ederim. Yazılacak,konuşulacak ne çok şey olduğunu en klişe tabiriyle meşhur film şeridine bakınca anladım.
Azecan bir yıl önce bugün, doktor ablasına ve bize minicik bedeniyle kocaman bi sürpriz yaptı.Bir fındık büyüklüğünde dünyaya gelen bu velet,doğum sırasında annesine pek güçlük yaşatmamıştı.Tabi şimdi Derya abla''sen onu gel de 
bana sor'' diyebilir fakat gözlenen buydu. Evde o gün her zaman olduğu gibi ziyaretçi trafiği yaşanmakta.Öğle vakti Derya ablanın arkadşları Funda ve Melisa geldi ellerinde börekler kurabiyelerle.Onları uğurladıktan sonra
Gökşen ve ablası geldiler. Gökşen'in ablasının ''valla derya bu çocuk bugün doğacak gibi duruyor'' demesine zerre inanmadım ne yalan söyleyeyim. Çünkü kafamda kapı gibi doktor sözü vardı neticete.Sonra Gökay abla geldi. Onunla da Aze ve doğum hakkında mini söyleşimizi yaptıktan sonra,iki yakın dost küçük odaya geçtiler.Ben de Kanal D'de yayınlanan 'Deli deli olma' filmine bakıyordum.O yaz sıcağı, masum masum bi şeyler izlemeye çalışan bu genci rahat bırakmıyor ve bütün beynimi ele geçirmeye çalışışıyordu.Bütün hücrelerim'kalk bi duş aal' diye bas
bas bağırıyordu.İlk ufak sancılar bu esnada geldi.Sonra Gökay ablayla mutfakta yemek yaparken Derya abla geldi ve ''Size çok önemli bi şey söyleyeceğim sıkı durun. Nişan geldi az önce''dedi. Nişandı,suydu,sancıydı beni zaten çok 
öncesinden aydınlattığı için o sırada akla ''nişan ne lan?!''diye bi soru gelmedi tabiki.Hiç bir şeyden emin olamama gibi bi durum vardı bende başından beri.Kadın doğum sancısı çekiyor,nişan geldi diyor,hissediyorum diyor benim akıl hala
doktorun söylediklerinde. ''yok yaa bizi kandırıyor,numara yapıyor''diyorum kendi kendime.Bu sırada sancıların kaç dakikada bir geldiğini ve süresini bilmek için elde kronometre var tabii.Derya abla büyük bi heyecanla telefona sarıldı,doktoru aradı.
Yemeğimizi yedik.Yedik ama nasıl yedik? Biz mi yemeği yedik,o mu bizi yedi belli değildi.Derya abla elinde köftesiyle mutfağın içinde tur atıyordu.Ayakta olması acısını hafifletmesinin yanı sıra doğumu da kolaylaştırıyormuş.Kendisine ve Aze'ye 
iyi gelecceğini düşünerek duş aldı. Mavi elbisesini giydi.Ben de olayların devamını merak ediyorum deli gibi.
Savaş Abim yollara düştü,evine geldi.Bu sırada sancıların şiddeti artmıştı.Sancı geldiğinde pat Gökay ablanın kolundan tutup dakika sayıyorlardı.O gün Derya ablaya hiç rahat yoktu. Oturdu olmadı,uzandı olmadı,e sürekli yürürken de aşırı efor harcıyordu.
Son hazırlıklarımızı yapıp arabaya bindik. Kalabalık bi kadroya sahiptik hastaneye gitmek için. Gökşen,Neşe, ben,Gökay Abla,Derya Abla, abim cümbür cemaat yola düştük.Bilmiyorum dünyanın neresinde güle oynaya doğuma gidilir? Ama biz yaptık ve çok da şahane oldu. Vardık hastaneye,Derya ablayı bi odaya aldılar.Aze'nin kalp seslerini dinledik burada.Her şeyin yolunda olduğunu ve tam zamanında
gittiğimizin haberini aldık.Derya ablayı asıl kalacağı odaya götürdüler.sonra biz  hastanede alkollü insanlar gibi davranıp ona eziyet ettik :)
Bekliyoruz kapının önünde telaşla.Sonra aşırı stresten mi ya da korkudan mı olduğunu kestiremediğim garip bişeyler oldu bana. Hey gidi Derya ablam böyle sedyeyle odadan çıkınca şok oldum. Tabii yani olması gerek o ama insan bir anda sindiremiyor bu tür şeyleri.Ayşen abla koptu geldi hastaneye.Doğuma almadan önce gittim yanına,gülümsediğini gördüm,yanağından bi öpücük aldım ya beyne komut gitti yeniden''tamam iyiymiş o şimdi sakin ol ''diye. Ben böyle hastaneye gidince zart diye bebeği elimize vereceklerini umuyordum halbuki.

Arabanın içinde bekleşirken hafızama kazınan bir diğer şeyi paylaşmak isterim. Abican gelir,arabanın camını tıklatır,''doğum oldu'' der. Ayşen ablaya sarılır,
bana sarılır,sonra bi bakarsın herkes birbirine sarılır :) Derya ablayı ve Azecan'ı son kez görmek için yanlarına gittiğimizde gözümde çok büyük bir zafer kazanmış kadın görüntüsü vardı.

Son sözler Azecan'a;
Tam bir yıl oldu seni kucağıma almaya korkalı.
Tam bir yaş oldu hastane yollarına düşeli.
Evimize,hayatımıza,kucağımıza sen en çok bize hoşgeldin Çınar'ım.





Neşe'den Aze Çınar 1 yıldır bizimle 3

Aze’yi beklemek....

Bir yıl öncesi... 4 Ağustos 2010...

Bilmiyorduk. Bugünler, o günlerde bilinemezdi belki de. Bir yıl sonrasında herşey daha
iyi, daha kötü olabilirdi ama bu denli farklı bir yıl sonrasını, o gün beklemiyorduk. Kopuşla
buluşma; göbek bağının kesilmesiyle memeye sarılma arasındaki diyalektik öncesiydi.
Bugünden başka bir şeydik hepimiz...

Bildiklerimiz de vardı bir yandan. Mesela adını biliyorduk: Aze Çınar. İsim anneleri vardı.
Bazılarımız başka tarihlerde o yollardan geçmişliğin tanışıklığını taşıyordu. Bu tanışlık,
umulan yol rehberliğini taşıyamasa da o günün telaşına. Üstüne, çok heyecanlıydık.
Bilinmeyenle karşı karşıya kalma anının hakiki telaşı. Kaçacak yer, ertelenecek zamanın
kalmadığının bilgisi biraz. Öncesinde -tüm gel gitlere rağmen- ne kadar kararlıysak, kararlılık
ve kararsızlığın doğuma dakika dakika yaklaştımızdaki önemsizliğinin şaşkınıydık...

Öncesinde ne çok düşünmüş, ne çok okumuş, ne çok iç çekmiş, iç dökmüş, konuşmuştuk
üstüne. Bir o kadar korkmuştuk. Ve gelmişti o an işte. Sancı aralarını kısalta kısalta; kendi
bildiği gibi, hep olageldiği gibi geliyordu. Kendi doğrularıyla, kendi kurallarıyla üstelik.
Yapabileceğimiz tek şey geleni karşılamak; ‘olma’sına eşlik etmekti...

Oysa, türlü ‘olabilir’liklere dair hazırlık yapmıştık. Planlarımız yok değildi. Öyküler
dinlemiştik. Öyküler dizinine alfabenin ilk harfinden bir yenisinin ekleniyor olduğunu bilsek
de henüz ilk satırlar vardı. Acemiydik...

O gün o ilk satırları okuyabilen herbirimizin şimdi, bir yıllık hikayeleri, yazılmak üzere
biriktirdiği hikaye malzemeleri var, birbirine ayrı birbirine benzemeyen ama birbirine aşina.
Daha iyi, daha kötü değil ama farklı ve ‘bir’ fazla. O gün, 4 Ağustoz 2010’da ‘bir’ çoğaldık
biz...

Sadece ismini bildiğimize, dokunur olduk. Kokusunu aldık Aze Çınar’ın. Neresinden
öpeceğimizi bilemedik. Gözünün rengini seçtik. Göğsümüze değince sıcaklığını aldık. Uzun
kirpiklerini seyrettik uzun uzun. Eksilen yanlarımızın yanına onun gülüşüyle çoğalmayı
koyduk.

Bir yıl sonrasında hala bekliyoruz... Henüz girişini okuduğumuz Aze Çınar öyküsünün geri
kalanını...Aynı acemilik, aynı telaş ve aynı bilinmezlik içinde...

Çoğal aramızda Aze.





Gökşen'den Aze Çınar 1 yıldır bizimle 2

Sevgili Çınar Aze, 

Her şey bir cumartesi günü ciddi bir toplantının ardından yapılan tüp muhabbetiyle başladı. 
Ne geyik yapmıştık yahu.. İki gün sonra, Derya "siz ne mubarak kadınlarsınız, hamileyim" dedi :)

Derya'nın gün, hafta saymaya ve yazmaya başlamasıyla biz de neler oluyor, bitiyor öğreniyoruz.
Senin yolculuğun devam ederken hazırlıklar kendi ritminde ilerliyor. 
Sen rüyalarımıza girmeye başlıyorsun. İyi, güzel, orjinal, komik rüyalar... 
Hele Derya'nın senin 1 metre doğduğunu gördüğü bir rüyası var, aynı rüya da bir de ünlü
bir çift var, çift senin adını soruyor, cevap çınar gökşen oluyor. 
Bu rüyadan sonra senden uzak durmak mümkün olmuyor tabi :))

Kolektif bir çalışmayla odan için alışverişler yapmaya, temizlik işlerine girişiyoruz.
Perde de bir sorun var ama yaratıcılığımızla çözüveriyoruz. Kimimiz iyi sürücü Neşe gibi,
kiminin temizlik beziyle arası fena değil İsmigül, kimi iyi cam siliyor ben gibi :)

Ve zaman aktıkça buluşma da yaklaşıyor...
Sabırsızlanıyoruz. Seni merak etmekle beraber Derya da artık hafiflesin istiyoruz...
Ben gidicem, 20 günlük bir programım var, yolculuk tarihim 5 ağustos, bana yetiş istiyorum. Du bakali...

3 ağustosta kontrolünüz vardı akşam üzeri ablam Funda'yla sizi ziyaret ettik. Derya yorgundu biraz ama keyifsiz değildi.
Ve yalnız da değil tabi, nöbet teslim alır gibi ziyaretçi vardı o gün. Biz de ziyareti tamamlayıp çıktık. Çıkışta ablam "bugün 
Derya doğurur" dedi. Ben biraz heyecanlandım, gidicem ya bir gün sonra, çok istiyorum gitmeden önce gelmeni ve seni görmeyi :) 
Günün ilerleyen akşam saatlerinde Savaş'tan sancıların başladığı bilgisini aldığımız andan itibaren Neşe ile teyakkuza geçtik ve beklemeye başladık. Bekledikçe heyecan da büyümeye başladı... 

Ayın kocaman olduğu güzel bir geceydi, seninle buluşmak üzere yola düştüğümüzde...
Ve ben seni beklerken birçoğu gibi, sen beni yolculamak için geldin zamanında...
Sabaha doğru katıldın aramıza, ben de huzur için uzun Karadeniz yolculuğuma çıkabilirdim artık. 
Bir gün seni de sırtımda yaylalara çakarabilirim umuyorum... Derya'ya sözüm var. 

Seni odaya getirdiklerinde ilk anlarda nasıl yumurmuşsam (yaptığım harekete ne diyeceğimi bilemedim), Neşe gözleri kocaman olmuş bana bakıyordu. Şansa Derya görmedi, yoksa bana bilmem kaç metreden öteye yaklaşma yasağı koyardı. Kesin koyardı bu yasağı, hep sana uzaktan el sallamak zorunda kalabilirdim :) Ama yaptığım Elif ebenin yaptığının yanında devede kulak kalırdı inan hehhe

Derya bu hikayenin en direngen karakteri bilesin... Senin normal normal aramıza katılman konusundaki inadı, inancı, ve direngenliği.. Öğrenirken, öğretti de...

Bir yıl geçmiş Azecan, zaman zaman kopmalar olsa da -e hayat bu!- takip ediyorum seni. Şansa cümle kurmayı seven bir Derya var ve iyi ki var. Uykusundan gülerek uyanan güzel, tatlı Aze... 

"İmlasını bilirdik bilmesine de, yine de yanlış hecelerdik hayatı" demiş şair. Dilerim imlayı olabildiğince az şaşırdığın bir yaşamın olur. Ve dilerim hayat seni gülen gözlerin kadar güzel karşılar...

Gözleriyle gülen Aze, yolculuk devam ediyor... Buluşmak ve koklaşmak üzere ;)

Sevgiyle,

Gökşen 





Babasının gözünden Aze Çınar'ın doğum hikayesi

BİR BABANIN DOĞUM ANILARI

Bu yazı gecikmiş bir yazı. Öncelikle sevgilimden ve kızımdan af diliyorum. Öyle böyle değil tam 7 ay gecikti. 7 ay önce yazı başlığı “bir babanın gözünden doğum hikayesi” olabilirdi. Şimdi ise anılarımda kalan ne ise onu yazacağım.
Bundan tam aylar öncesiydi. 3 Ağustos sabahı şirin bir hamile ile doktor kontrolüne gittik. Doktor her şeyin normal olduğunu, doğuma daha vakit olduğunu beklememiz gerektiğini söyledi.
Havanın çok sıcak olması deryanın tahammül sınırını zorluyordu. Eve aldığımız vantilatör bile havayı biraz olsun serinletmeye yetmiyordu. Sevgilim hamileliğin başından beri normal doğum istedi. Bu konuda ne kadar yazılı ve görsel doküman varsa hepsi ile bilgisini pekiştirip kendini normal doğuma çok sıkı bir şekilde hazırladı. Hatta bazı videoları bana da izletti. Korktum ama sevgilim korkmasın diye belli etmedim. Velhasılkelam Derya duruma çok hazırdı. Hatta o kadar hazırdı ki eve geldiğim bir akşam “Ahanda kızımız” diyeceğini zannediyordum.

Doktorun doğuma daha var demesi Derya’nın biraz canını sıksa da sevinçle ayrıldık oradan.
Evin girişinde doğum bavulu duruyordu bir süredir. Eve her girdiğimde gülümsüyordum. Baba olma ihtimalime Aze doğmadan önce daha çok gülümseme olarak kendini gösterdi.

Ben akşam geç saatlerden gece yarısına kadar çalışıtığım için Derya hamileliğini yalnız başına geçirdi. Bu da benim içimde en çok da Derya’nın içinde uktedir. Keşke öyle olmasaydı.

O gün saat 22.00 gibi Derya aradı. “Şimdi bişey söyleyeceğim sana ama sakin ol” dedi. “Galiba doğum başlıyor” Tam cümle kuracağım geliyorum diye ama nafile, laf ağzıma tıkılıyor:

- Eeee ben o zaman gellli…
- Ben her şeyi hallettim canım, sen çalışmaya devam et sancılar 2 dakikada bir olursa ahhh
- Derya neler oluyor?
- Dur bi dakka
Bir süre telefonda beledikten sonra,
- Sancı geldi. Gökay ve Aylin var yanımda acil bişey olursa biz hasteye doğru geçeriz sen meraklanma.

Derya daha önce okuduklarından , (Evet bu da bir ayıp benim için en çok Derya okudu. Ben genelde onun okuduklarının özetini dinliyordum geceleri) esas doğum anına kadarki sancı sürecinin aslında yürüyerek, ayakta daha tahammül edilebilir olduğunu, hastanede yatağa bağlı sürecin daha geç ve zor geçtiğini öğrenmişti. O yüzden doğumun başlangıç aşamasının büyük kısmını evde geçirmek istiyordu. Bende o nedenle hastane falan diye fazla zorlamadım. Yaklaşık 15 dakikada bir sancısı olmadığı zaman Derya ile, sancı nedeniyle konuşamadığı zamanalarda Gökay ile konuşarak 2 saati daha işyerinde geçirdim. Derya sancıların 3 dakikada bir olduğunu söylediğinde saat 23.15 civarıydı. Artık geliyorum dedim. Aklım karışık, bünyem alt-üst atladım taksiye eve doğru yola koyuldum. Yol nasıl bitti hatırlamıyorum. Eve heyacanla daldım. Bir de ne göreyim Sevgilim güzel bir elbise giymiş, saçlarını güzelce taramış, güzelce gülerek karşıladı beni. Onun gülen yüzü endişelerimin biraz azalmasını sağladı. Öpüştük, koklaştık.

Endişelerim 5 dakika dolmadan artarak geri geldi. Sancı anına ilk defa şahit oluyordum ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Ama evdeki ekip gayet profosyonelleşmiş ben yokken. Gökay'ın elinde telefon kronometresi sancı aralarını kontrol ediyor, bunlar not ediliyor. Aylin Derya’nın belini ovuyor, ben ise mal gibi onlara bakıyorum. Sancı bitiyor Derya, Gökay ve Aylin gülerek sancı hakkında, süresi hakkında hatta daha başka mevzular hakkında gülerek sohbet ediyorlar. Acayip şekilde kıskandım ben tüm bunları. Neyse 10 dakika sonra ben de üzerimdeki mallığı atıp biraz yardımcı olmaya başladım. Aradan 30 dakika daha geçti. Sancıların süresi uzadı, aralıkları kısaldı. Derya’yı doktoru araması gerektiğine zor ikna ettim. Derya doktora durumu anlattı. Hastaneye davet edildik. Çok sevdiğimiz Neşe ve Gökşen durumdan haberdar oldular. “Bekleyin arabayla beraber gidelim” dediler. Yarım saat sonra geldiler. Doluştuk arabaya. Küçük bir araba olmasına rağmen hepimiz sığdık. Derya, Ben, Neşe, Gökay ve Gökşen’in kahkalarıyla vardık hastaneye. Kayıt-kuyut işlemlerinin ardından Derya ilk kontrol için bir odaya alındı. Çok sevimli ve işini bilen Elif Ebe tarafından ilk muanesi yapıldı. Sonra odaya girdik ebe ve Derya gülüyor, “Doğum başladı.” haberi hepimizi sevindirdi. Doğum için odaya çıktık. Odada beklerken Ayşen geldi. 
Gece 5’e kadar gülerek, eğlenerek, korkarak doğumu bekledik. 5’ te Derya’yı doğumhaneye aldılar. Ben doğumhane kapısında steril elbiseleri giymiş bir şekilde Derya’nın çığlıklarını duyarak ve korkarak kapıda bekliyorum. Fotoğraf makinesi cebimde hazır bir şekilde bekliyorum. 10 dakika sonra beni de doğumhaneye aldılar. O 10 dakka o kadar uzun geldi ki bana orası ayrı. Doğumhane bayağı kalabalık. İçeride 10 tane insan var. Doktor direk talimat verdi. “Hiçbir şeye değmeden Derya'nın başında bekleyin ve konuşmayın” dedi. Doktor öyle bir otorite koydu ki acayip tırstım. Kıpırdamadan sevgilimin başına dikildim. Elini tutacaktım, tutamadım o örtüye değmemem gerektiği için.
Doktor ıkın diye bağırıyor. Benim de yardımım olsun diye gaflette bulunup “canım ıkın” dedim. Keşke demez olsaydım. Derya bana öyle bir baktı ki “kolaysa sen gel ıkın” der gibi. Sustum içimden dedim her şeyi. Hadi kızım gel artık dedim içimden. 5.19'da Derya’nın bağırmaları sona erdi. Yaşlı gözlerle birbirimize bakıp gözlerimizle sevdik birbirimizi bir kez daha. İlk kez mutluluktan ağladım. Aze geldi dünyaya. Ağlamadı kızım doğarken. Doktorun elindeydi. Ben dondum kaldım. Şaşkınlık içindeydim. Halbuki Derya beni o kadar çok tembihlemişti ki “ bak sakın fotoğraf çekmeyi unutma” diye. Kadın doğum ağrısı falan hepsini unutup beni çekiştirdi. “Hadi fotoğraf çeksene” dediğinde yarım ayılmış halimle 3-4 poz yakalayabildim. Bu da uktedir içimizde. Keşke daha çok fotoğraf çekebilseydim.
Aze’yi bir masaya aldılar ağzından burnunda hortumlar sokuyorlar. Gözümüz Aze’de. Gözümüz birbirimizde. Lal olmuştuk konuşamıyorduk. Üzüldük kızımızın canı yanıyor o hortumlarla diye. Ama onlar rutin bir işlemmiş gibi hallettiler işlerini. Derya'nın kucağına verdiler. Bir süre sonra Aze’yi giydirmek için hemşire aldı. Sonra Derya'nın kucağına verdiler tekrar ve onlar odaya giderken ben ise hastane dışında bekleyen arkadaşlarımıza haber vermek için aşağıya indim. Hepsini birden kucaklamak istiyordum. İyi ki yanımızdaydılar. İlk Ayşen karşıladı beni. “Aze doğdu” dedim. Ayşen’e sarıldım ve ağladım. Sonra kardeşime sarıldım. Gökay, Neşe, Gökşen hepimiz havalara uçuyoruz.
Odaya çıktık Derya odada ama bitik halde. Çok zor bir işi tıkır tıkır halletmişti. Hamilelik ve normal doğum gibi zor süreçlerin tamamını tek başına başarıyla göğüslemişti. Sevgilimdi, eşimdi, kadınımdı şimdi de kahramanım olmuştu.
Kızımız Derya'nın kucağında, ikimiz de şaşkınız. İkimiz de bir Aze’ye bir de birbirimize bakıp gülüyoruz. Mutluluk işte o andı. Baba olduğu hissettiğim ilk an ise; benim ve Derya'nın dışında biri Aze'ye dokunduğunda şahin kesilip onu koruma iç güdüsüyle dolduğum an hissettim. O şahinlik halen devam ediyor. 
Derya bilir (toplu otobüs yolculukları) eğer ben biri için şahinlik (korumacı anlamında) yapıyorsan onu çok seviyorum demektir. Ömrüm ve gücüm yettikçe ikinizi de koruyacağıma ve seveceğime söz veriyorum.








Annesinden Acayip bir doğum hikayesi

Dört gözle bekliyordum doğum hikayemi yazacağım zamanı. Doğum sonrası yazmanın biraz zaman alacağı, benim de hiç acele etmeyeceğimi düşünememişim. Bugün kızımın 11. günü ancak zaman ve yeterli motivasyonu sağlayıp oturuyorum bilgisayar başına.

3 Ağustos salı öğlen, eşimle kalkıp rutin muayenemize gittik hastaneye. 39 hafta 3 günlüktü hamileliğim. Doktorumuz vajinal muayene yaptı. Son söylediğinde olduğu gibi bebeğin doğum yoluna hala girmediğini, rahim ağzının arkaya dönük olduğunu, pazardan önce bebeğin gelmesinin zor olduğunu söyledi. Bir yandan canım sıkıldı bekleme işi devam edecek diye bir yandan da tam zamanında gelecek diye sevindim. Doktorumla pazarlık yaptık. O “cuma gel kontrole” dedi. Ben “Çok yoruluyorum geldiğimde, pazartesi geleyim yaa, arada doğum olursa gelirim işte.” dedim. En ufak tuhaf şeyde kontrole geleceğime söz verdikten sonra pazartesi gününde anlaştık.

Dönüşte Savo'yla kafeinsiz kahve içmek istedim, Beşiktaş'ta Starbucks'a gittik. Ferah ferah içtim kahvemi. Savo'nun daha vakti vardı ama eve arkadaşlar gelecek diye ben erken kalktım, karşıdan da mahallenin otobüsünü görünce, ışık mışık düşünmeden koştur koştur geçtim durağa. O denli iyi hissediyordum kendimi yani.

Eve geldim, arkadaşlar vardı, bloğa yazmıştım, o akşam baya arkadaş gelip gitti. Farklı bir ağrım vardı ama aklıma gelmedi doğum zira en erken pazar demişti doktor. Saat 21.00 suları tuvalete gittim. Kırmızı, regl akıntısına benzer bir şeyler geldi. “Aha nişan mı yoksa?” diye heyecanlandım. Doktoru aradım. “Vajinal muayeneden sebep olmuştur o. Doğum olması mümkün değil.” dedi. Pöffleyerek kapadım telefonu. Bir yandan da sancılarım artmaya, düzenli hale gelmeye başlamıştı. “Emziren Anneler” mail grubuna mail atıp sordum. “Şöyle bir sıvı geldi, şöyle sancılarım var acaba nedir nedir?” diyerek. Gelen cevapların hepsi, büyük ihtimalle doğumun başladığı yönündeydi. Hamileliğimin ortalarından beri bloğunu (Blogcu Anne) takip ettiğim Elif'le telefonda konuştuk. Bu arada sancı aralarım ilk zaman tuttuğumuzda 6-7 dakika gibiydi ve öncesini çok ağır hissetmeden bu aralıkla başlamış olması bana mümkün değilmiş gibi geliyordu. Elif de zaman tutmaya devam etmemi, düzenli giderse, doktoru aramamı, büyük ihtimalle doğumun başladığını söyledi.

Çok kısa süre sonra sancı araları 4-5 dakikaya düşmüştü bile. Halimiz çok komikti. Evde en yakın arkadaşım Gökay ve Savo'nun kız kardeşi Aylin vardı. Sancı başlayınca ben “geldi” diyorum, Gökay bir yandan kronometre tutarken, bir yandan tutunmam için bir kolunu bana uzatıyor, Ben eğilip kitaplığın bir rafından destek alıyorum, Aylin'se belime masaj yapıyor. :) Sancı araları ise daha da komik. Yemek yiyoruz, ben evi toparlıyorum, dondurma yiyorum, güzel güzel duşumu alıyorum, gülüp eğleniyorum falan. Tam hayal ettiğim gibi ilerleyebiliyor her şey. Tek yapamadığım oturmak. Saat 21.30'dan gece 01.00'e kadar neredeyse hiç oturmadım. O kadar iyi hazırlanmıştım ki bu sürece, o kadar iyi eğitmiştim ki kendimi en iyi nasıl yaşanabileceğine dair, olabilecek ennnn şahane şekilde geçirebildim. Sakin, fonksiyonel, başarılı.

Savaş'ı aradım. “Sakin ol, büyük ihtimalle doğum başladı, ama idare ediyorum, sancı araları 2 dakikaya falan düşünce ararız doktoru.” dedim. O da sakin kaldı gerçekten :) Saat 24.00'te evde oldu. Bana kalsa hala doktoru aramayacaktım ama Savaş çok ısrarcı oldu. Doktoru arayıp, “sancı araları neredeyse 2 dakkaya düştü” deyince, “hastaneye gelin” dedi.

Aylar öncesinden hazır olan valizimizi aldık, toparlandık, o esnada Neşe ve Gökşen geldi, kalabalık bir ordu halinde, yola koyulduk. Boğaz Köprüsü'ne nazır sancılarımızı yaşamak ayrı keyifliydi. Hastaneye vardık. Hızla acile aldılar. İşte orada doğumumun en şahane şeyi ile karşılaştık: Elif Ebe. Hiç incitmeden yaptığı vajinal muayenelerden, verdiği morallere, güler yüzüne, ilgisine resmen çok büyük lütuf oldu tüm gece boyunca bizim için. Elif Ebe beni odaya aldı, herkesi çıkardı. Muayeneyi yaptı, bu arada benim kalbim duracak; “Ya doktorun dediği gibi gündüz ki muayene yüzündense tüm bu ağrılar falan, ya doğum başlamadıysa, ya şimdi kös kös eve dönmemiz gerekirse...” derken Elif Ebe müjdeyi verdi: “Oo süper, doğum çoktan başlamış, rahim ağzı açıklığı 5-6 cm'ye varmış. Şahanesiniz.” Hoba bende bir sevinç bir sevinç... Millet içeri girdi, müjdeyi verdim, bizimkiler boş bulunup bir alkışlama... hastane çalışanları gelip kafayı uzatıyorlar “ne oluyor” diye! Biz hep beraber gülüyoruz, Elif Ebe şaşkın; “Sancı çekerken böyle gülen hamile ilk kez görüyorum.” Tam o ara aha!! haftalardır beklenen şey; suyum geliyor!!! Endişeliydim hep, “Ya geldiyse de ben farketmediysem? Nasıl bir şey ki bu? Ne kadar geliyor ki?” Dedikleri kadar var. Geldiğinde farketmemek mümkün değil. Rahat bir iki kilo su!!

Yatışımız yapılıyor. Bizi üst kata alıyorlar, tam odaya giriyoruz, hobaa bir daha su geliyor. Elif Ebe bakıyor, Eyvah, bebek kakasını yapmış içerde, suda yeşil renk var. Eğer bebeğin kalp atışları düşerse acil sezaryen gerekebilir! İşte o an paniklemeye başlıyoruz biraz. O safhaya kadar güzel güzel gelmişken, sezaryenle bitmesin süreç! En başından itibaren hep normal doğum istedim. 9 ay taşıdıktan sonra, ben uyurken dünyaya gelsin, başkaları karşılasın ben saatler sonra göreyim istemedim. Süt geldi mi gelecek mi endişesi yaşamak istemedim. Normal gelişmesi gereken, bin yıllardır böyle gelişen bir sürece müdahale edip, çocuğu doğurmak değil, müdahaleyle “aldırmak” istemedim.

Doktorumuz geliyor o ara. Muayene ediyor. NST'ye bağlatıyor bebeğin kalp atışlarını duyabilmek için. Şu hamilelik boyunca en kıl olduğum şey NST'ye bağlanmak. Evde sancıları ayakta daha rahat karşılamışken hastanede yatağa bağlı olmak beni rahatsız ediyor. Bu esnada Ayşen geliyor hastaneye. Biz de sanırım gecenin 2'sinde, hastaneye doğuma en kalabalık gelen tiplemeler rekorunu kırıyoruz böylece.

Rutin işlemler yapılıyor. Sırada doğumdan çok korktuğum iki şey var: Lavman ve epidural için kateter takılması. Lavman Elif Ebe'nin mahareti sayesinde çok kolay halloluyor. Sonra epidural için ameliyathanye alıyorlar. Doktorum, sezaryen olma ihtimaline karşı ilaç yaptırtmıyor. Sadece kateter takılacak. Benim talebim de eğer normal doğum olacaksa en düşük doz epidural almak. Çünkü hem doğum uzun sürerse bebeği etkilemesinden korkuyorum hem de epidural yüksek olursa doğum esnasında sancılrı hissedemeyip, yeterli ıkınamamaktan, doğumu zorlaştırmaktan. Ameliyathaneye tek başıma indiriyorlar. Korkutucu. Anestezist tatlı bir kadın. Ama ne kadar tatlı olursa olsun, ameliyat masasında çene karında, dizler o hamile göbeğin izin verdiğince karna çekili, nefes alamaz halde ve sancılar gelip giderken kıpırdamadan durmak çok zor. Doktorun ikizlerinden birinin adı Çınar'mış, Hemşireninse soyismi Çınar'mış. Bunlar konuşulurken olup bitiyor kateter takma işi.

Tekrar yukarı çıkarıyorlar. Savaş dışındakileri de dışarı çıkarıyorlar, artık doğma anı yaklaşıyor diye. Savaş, ben, Elif Ebe odada başbaşayız. Sancılar gitgide daha çok hissediliyor. Doktor geliyor, bebeğin kalp atışları normal. “Böyle giderse normal doğumla halledeceğiz.” diyor. Seviniyoruz. En düşüğünden epidural yapılıyor. Savaş elimi tutuyor. Gözü bebeğin kalp atışlarının olduğu ekranda, sürekli hatırlatıyor bana: “Hadi hayatım öğrendiğin gibi, derin nefes al, yavaş yavaş bırak.” Ben sancılarla gergin, “Almayacaaam” şımarıklığı yaptığımda hatırlatıyor: “Bak kalp atışı düşüyor Çınar'ın sen derin nefes almayınca, sezaryen mi olsun istiyorsun? Hadi bir derin nefes... Hah bak arttı şimdi, aferin.”

Sancılar maksimuma ulaştığında geldi doktorum. Muayene etti ve “Açıklık tamam, haydi doğumhaneye gidiyoruz.” dedi. Henüz beklemiyordum. Ama artık sancılar da çok zorlamaya başlamıştı. Bir de ben basınç hissini vajinada yaşayacağım sanıyordum. Halbuki tuvalete çıkma daha doğrusu çıkamama, kabızlık hissinin, ziplenmiş haliymiş tamemen.

Doğumhaneye aldılar, sancılarla ıkınma süreci başladı. Saat 05.05. Tam okuduğum hikayelerdeki gibi, her sancıda ıkınıyorum ama hiçbir gelişme yok, hiçbir ilerleme yok gibi geliyor bana. Boşu boşuna uğraşıyorum ve doğum asla bitmeyecek, birazdan doktor “Olmayacak haydi sezaryene.” diyecek gibi geliyor. Bir yandan bebeği ittirirken tüm gücümle bir yandan da Savaş'a bakıyorum, öyle heyecanlı, öyle panik ki... Son gücümle ittiriyorum ve Savaş “Derya bak doğdu.” diyor. Saat 05.19. İçimden kocaman bir ağırlık çekiliyor dışarı. Göbeğini kesiyor doktor. Bebeği yan masayı alıyorlar. Savaş'a bakıyorum, yeşil ameliyat kıyafeti, bonesi içinde gözleri dolu dolu, öyle mutlu ve güzel ki. Herkes “Bebeğimi görür görmez tüm acılarımı unuttum.” der, ben Savaş'ı öyle görünce tüm acılarımı unuttum. Mümkün olmaz sanardım ya o ana kadar ki sevgimin yüz katını hissetmeye başlıyorum o anda sevgilime karşı.

Bu arada bebeğimiz ağlamadı. Doktora sordum. “Normal, her zaman ağlamazlar, biz de ağlatmıyoruz” dedi. İnce bir hortumla ağzını, burnunu temizlediler. O zaman minik bir “uvveaaa” sesi geldi. Sonrasında hemen kucağıma verdiler.

Bebeği temizleyip giydirirlerken (Biz heyecanlı, hemşireler daha heyecanlı bebeğimin şapkası başka takımdan, zıbını başka, altı başka. Ama kimin umurunda?!) , benden plasentayı aldılar. Dikiş tamamlandı. Bebeğimle beraber odaya çıkardılar.

9 aydır heyecanla ve merakla beklenen süreç tamamlanıyor. Normal doğum sayesinde, hiç akış bozulmadan, kesintiye uğramadan... İstese bizi sezaryene yönlendirebilecekken yapmayan doktorum, Sürekli beni destekleyip, moral veren sevgilim ve çok sevgili arkadaşlarımın da büyük katkılarıyla.

Tüm hamile kadınlara öneririm normal doğumu. Bir süre yaşayacağınız yoğun acı, bir ömür gülümseyerek, şahane hatırlayacağınız ana değiyor.  



Tanıklarından Aze Çınar'ı Karşılama Hikayeleri

Doğum her ne kadar anne ile bebek arasında en özel yaşanıyorsa da o anın başka bileşenleri de var. Heyecandan deliren babası var, tırnak yiyen teyzeleri, halaları var... Herkes bir başka yaşıyor hikayesini ve ben de Aze Çınar doğum anının tanıklarından da okusun aramıza katılış hikayesini istedim. 1. Yaş günü hediyelerinden biri olarak. Bu sayfada da derli toplu dursunlar dedim. Buyrun: 







Gökay'dan; Aze Çınar 1 yıldır bizimle 6

Ya doğurursa?

Tam iki haftalık tatil koparmışım iş yerinde ilk senemi doldurmadan, durur muyum! Hemen yola koyulma hazırlıklarına başlıyorum ama bir kekem var ki fena.. izin hikayemi duyar duymaz ilk tepkisi “sen yokken doğurayım da gör!” oluyor. Aslında itiraf etmem gerekirse benim de korkum bu, ya doğurursa?
Temmuz’un ikinci haftası olmuş, teknik olarak her an doğum olabilir.. Gidiyorum İstanbul’dan ama aklımın bir yanı buralarda kalıyor. Sık sık konuşuyoruz telefonda ve tabii her konuşmanın klişesi: “Sen dur oralarda daha! Sen gelmeden doğurayım da gör!”

Sanırım bir kadının sevdiği birine yapabileceği en korkunç –ve tabii bir yandan da tuhaf- tehdit bu. Her seferinde, “yahu keke, üç saatlik yoldayım altı üstü. Sen ‘sancı başladı’ de, ben daha doğum başlamadan ordayım” diye cevap veriyorum.. eh yalan da değil, o da bunu her seferinde kabul ediyor. Yine de her gün kulağım telefonda..

Neyse ki sonunda dönüş günüm gelip çatıyor, Ağustos’un 1’i son izin günüm ve Derya henüz doğurmamış! İçim rahat dönüyorum bıraktığım yerlere.. Kolay değil, bunca senelik arkadaşım, kardeşim, yoldaşım, kekem.. Bensiz doğuracağını aklıma bile getiremem, minik arkadaşımızın aramıza katılışını kaçırmak gerçekten korkunç olur.

Doğum biraz daha bekleyecek..

İzin dönüşü ilk günüm mecburen evde geçiyor, ertesi günse ilk işim Derya’yı görmek olacak. Ayın üçünde ben işimin gücümün başında uğraşırken onlar
rutin doktor kontrollerine gitmişler. Akşam gittiğimde; öğleden sonra doktora gitmekle kalmamış, sonrasında da bir dolu misafir ağırlamış bir kadın buluyorum karşımda. Her zamanki gibi enerjisi, muhabbeti yerinde.. Doktordan aldığı son ayrıntıları anlatıyor: doğum biraz daha bekleyecek.

Kekem ise bir yandan çok rahat ama bir yandan da ağustos sıcağında - İstanbul’da ve karnı burnunda olmanın sıkıntılarını yaşadığı ve belki de artık o’nu görmek için çok sabırsızlandığı için bir an önce doğurmak istiyor. Bunları konuşuyoruz uzun uzun.. Zor işler.. hak vermemek elde değil..


Nişan ne???!!!

Biz muhabbet ederken, karnında tuhaf bir ağrı başladığından söz ediyor ama aldırmıyoruz, bütün gün koşturmuş doğaldır diye düşünüyoruz.. Derken uzun bir telefon görüşmesine dalıyorum, arayan ablam.. Bu sırada Derya cephesinde bir hareket, bir kıpırdanma var ama anlamıyorum tabii. “doktoru arasam mı?” diye konuştuğunu duyuyorum Aylin’le.. Sonra telefon kapanışı ve sorular.. ‘nişan’ falan diye bir şeyden bahsediyor Derya.. Tam dokuz ay olmuş, beni her türlü doğum diline alıştırmış ama en önemli detayı atlamış sanırım! Ah be keke, ben taaa Edirnelerdeyken sabahın kör vakti arayıp kemiklerin nasıl açıldığını
anlatmayı biliyordun da bir nişancığı mı anlatmayı unuttun? Nişan ne???!!!
Bu ağrı ne peki?

Derya’nın kısa açıklaması yetiyor, hadi hemen ara doktoru diyoruz ama bir yandan da kaptırmamaya çalışıyoruz bu fikre. İyi de etmişiz, vajinal muayenedendir diyor doktor.. Eh koca doktor, ikna olmak hiç zor değil.. Eh tamam nişan değilmiş de, bu ağrı ne peki? Düzenli aralıklarla hafiften gelen bir ağrımsı sancımsı bişey. Bir kere doktora da danışmızşız, hem biliyoruz ki (o kadar filmi boşa izlemedik herhalde) doğum başlarken kadın, civar hastanelere ‘hazırlanın doğum başlıyor’ sinyali verecek kadar büyük çığlıklar atar.. Bu bilgiye güvenerek ağrıyı da muayeneye veriyor, muhabbete devam ediyoruz. Hayır, o kadar da düzenli ki ağrılar, bir süre sonra ‘zaman mı tutsak ne?’ moduna geçiyoruz tüm inkarımıza –ya da doktorun tüm inkarına- rağmen..
Hiç fena fikir değilmiş, bildiğin 10 dakikada bir falan düzenli olarak geliyor ağrı. Derya belinin ovulmasını istiyor, bir yandan da kafalar iyice karıştığı için zaman tutmaya devam etmeli.. Organizatörümüz olarak hemen görev dağılımını yapıyor tüm sakinliğiyle: Aylin bel ovucu, Gökay zaman tutucu.

Doğuruyor yahu!!!

Görevlerimizi hiç aksatmıyoruz: Derya ağrıyor, Aylin ovuyor, Gökay sayıyor. O aralıklarda da sohbet muhabbet gırla tabii! Zaman oluyor ki gülmekten görevlerimizi aksattığımız oluyor. Allah kimseyi geyiklere karıştırmasın, kadın doğuruyor yahu!!! Bu sırada sancılar tak diye 7 dakikaya, ardından kısa zamanda 5 dakikaya düşüyor. Durum ciddi galiba diye düşünmeye başlıyoruz ufaktan (nihayet). Malum; baba iş yerinde, arayıp bir haber edelim diyoruz telaş ettirmeden. Derya o kadar rahat ki Savaş’ı da telefonun diğer ucunda sakinleştirmeyi başarıyor. Savaş işine gücüne devam ederken sancı aralıkları 2 dakikaya kadar düşüyor. Biraz şiddeti artmış olabilir ama yalnızca Derya’nın duşa girip, en güzel elbisesini giyip, saçını başını toplayabileceği, arada da bizimle muhabbet edebileceği kadar..

Saat 24.00 sularında baba adayımız telaşla giriyor eve, biraz şaşkın. Sanırım doğal olarak: Derya’nın basbayağı doğum sancısı başlamış ama her şey fazla sakin ve evdeki üç kişi kikirdeyip duruyor. Derya hala doktoru yeniden aramaya ikna değil, Savaş’ın en önemli görevi de bu oluyor: Derya’yı ikna etmek.. (ki bilenler bilir, Derya’yı ikna etmek gerçekten en zor şeylerden biridir)

İşşşte bu!

Doktor’un “hem-men gelin! Ne duruyorsunuz!” demesiyle yol hazırlıklarına başlanıyor, sonra Neşe’yle Gökşen arabayla geliyorlarmış haberi gelince, üstüne bir de oturup rahaaat rahat gidelim diye onları bekliyoruz. Çok da iyi etmişiz, çok sürmeden geliyorlar, düşüyoruz yola. Yinde de herkesin bir “ya değilse” ihtimali duruyor kafasında, zira Derya hala ortalığı bağırarak inletmemekte kararlı.. O yüzden hastaneye varıp Derya, ebenin de olduğu odaya kapatıldığında; biz kapıda bekleyenler hala kendimizi Aze’nin geldiği fikrine kaptırmamaya çalışıyoruz. Ve çok geçmeden kapı açılıyor, ebe yüzünde bir gülümsemeyle, bizi içeri çağırıyor. (Ne anlama geliyor bu gülümseme? ‘amma da abartmışınız buralara kadar gelip, bildiğin sahte sancı bu’ falan gülümsemesi mi acaba?) İçeri giriyoruz, haberi Derya veriyor: Doğum başlamış! İşşşte bu! Alkış kıyamet!

Bir zılgıt atmadığımız kaldı, sancılı (!) anne adayımız da dahil! Hastanedekiler
şaşkın..

Kapı dışına sürgün..

Gerisi, hastanenin denetimindeki süreç. Her şey daha bir hızlı ilerliyor, hızla odaya taşınıyoruz, sonra aynı hızla biz yanındakiler dışarı çıkartılıyoruz. Bu kez kapı önünde sürüyor bekleme. Arada gözümüzün önünden bir Derya geçiyor, sonra tekrar dönüyor falan.. Sürecin yalnızca uzaktan izleyici olarak kalıyoruz koridorda. Hayır bensiz sancı aralığını falan nasıl ölçüyorlar onu anlamıyorum.. Her an tetikteyim, ihtiyaç anında kronometremle saymak için hazır bekliyorum.. Derken.. Görevlilerin sabrı taşıyor bir yerde, bu kez ‘ses yaptığımız için’ (muhabbet diyorduk oysa) taa hastanenin dışına sürülüyoruz. Daha elimizde sigarayla koridorda gergin doğum bekleyicisi sahnesini bile yapamamıştık oysa.. Asıl bu sahnenin kahramanı olması gereken Savaşsa, endişeyle bir içeride, bir dışarıda süreci idare etmeye çalışıyor. Herkes sabırsız.. ‘Hadi Aze, gel de sevelim artık!’

Yoksa?!!!!

Hastanenin önündeki bekleme ise, kah petrol istasyonunda, kah merdivenlerde, kah arabaların içinde sürüyor.. Ben en çok süreç uzayacak da ben işe güce gittikten sonra doğum olacak diye endişeliyim aslında. Öyle olmayacağına kendimi ikna etmeye çalışıyorum ve sabaha karşı pes düşüyoruz. İçerde ne olup bittiğine dair bir fikrimiz yok.. Birileri haber verecek diye başka başka şeylerle oyalanıp zaman geçirmeye çalışıyoruz. Sabaha karşı uyku gözlerimizi ele geçirmeye başlıyor yavaştan.. Arabalara bölünüp kafaları dayıyoruz bir yerlere. Tam uykuya dalıyoruz ki camda bir tıkırtı! ‘Ha?! Ne?!’ Savaş gelmiş! Yoksa?!!!!

Aze gelmiş!
“Aze doğdu!” diyor savaş yavaşça. Tanrım! geceyarısından beri beklediğimiz haber işte geldi! Ne yapmalı? Bebek! Bebek gelmiş işte! Aze gelmiş!!

Savaş sonunda bütün akşamın stresini Ayşen’e sarılıp ağlayarak atıyor. Biz onca muhabbetin arasındayken en zor süreci yaşayan o oldu belki de.. Hepimiz mutluluktan ne yapacağımızı bilmez haldeyiz. Aze’yle birlikte içeri giriş vizemiz de geldiğine göre, yerden bir karış yüksekten süzülerek odaya gidiyoruz hep birlikte... Orda! Gerçekten onca zaman kekemin karnında bir yerlerde durmuş o ufaklık sonunda kucağında öylece duruyor! Daha büyülü başka bir sahne bilmiyorum.. Gerçekten bilmiyorum.. O kadar güzel ki! İnanılır gibi değil.. hiç değil..

Kendimizi yeni doğmuş bebeklerin çirkin olacağı fikrine de boşuna alıştırmışız doğumdan önce, basbayağı şahane bir tip bu! Yumuk gözleri, minicik –ama gerçekten minicik- yüzü, eli kolu büyüleyici.. Rüya gibi.. Derya çok mutlu, Savaş da.. İşte şimdi karşımda en güzel anlarını yaşayan bir aile var.. Dünyanın en şahane bebeklerinden biri, hiçkimseyi yormadan-üzmeden sonradan da hep olacağı gibi sakince ve sabırla aramıza geldi nihayet, ve orda öylece duruyor..

Anasının kucağında.. Hem de inanılmaz kokuyor..

Tam o dakikalarda çekilmiş bir fotoğrafımız var, kim çekti hiç bilmiyorum.. Çoğunluk objektife bakıyor doğal olarak.. İşte o fotoğraftaki şaşkınlık halim tam da budur: Gelmiş! Ne kadar da güzel! Gözlerimi alamıyorum..

... 1 Sene Sonra

Bunlar yaşanalı tam 1 yıl oldu bugün, minik arkadaşımız Aze Çınar tüm güzelliği, tüm şahaneliğiyle aramıza katılalı.. Gerçekten varlığıyla çok şey değiştirdi; günlerimizi daha güzel etti, en moralimiz bozuk, en mutsuz günümüzde sadece onu görmek bile yetti.. Hala muhteşem kokuyor, gülüşüyle her şeyi hale yola koyuyor sanki.. Hoş geldi..
Biricik kekem ve Savaş.. Gerçek bir aile oluşunuzun birinci yılı, canım yeğenim Aze Çınar’ın birinci yaşı kutlu olsun, bundan sonraki yıllar da hep böyle mutlu geçsin. İyi ki varsınız.. İyi ki doğdun mis kokulu kuşum!





Aylin'den; Aze Çınar 1 yıldır bizimle 4

Hayatında ilk kez bir doğuma tanıklık etmiş ergen tarafından yazılanları okumakta olduğunuzu hatırlatıp,yaşanan duygu değişimlerini göz ardı etmenizi temenni ederim. Yazılacak,konuşulacak ne çok şey olduğunu en klişe tabiriyle meşhur film şeridine bakınca anladım.
Azecan bir yıl önce bugün, doktor ablasına ve bize minicik bedeniyle kocaman bi sürpriz yaptı.Bir fındık büyüklüğünde dünyaya gelen bu velet,doğum sırasında annesine pek güçlük yaşatmamıştı.Tabi şimdi Derya abla''sen onu gel de 
bana sor'' diyebilir fakat gözlenen buydu. Evde o gün her zaman olduğu gibi ziyaretçi trafiği yaşanmakta.Öğle vakti Derya ablanın arkadşları Funda ve Melisa geldi ellerinde börekler kurabiyelerle.Onları uğurladıktan sonra
Gökşen ve ablası geldiler. Gökşen'in ablasının ''valla derya bu çocuk bugün doğacak gibi duruyor'' demesine zerre inanmadım ne yalan söyleyeyim. Çünkü kafamda kapı gibi doktor sözü vardı neticete.Sonra Gökay abla geldi. Onunla da Aze ve doğum hakkında mini söyleşimizi yaptıktan sonra,iki yakın dost küçük odaya geçtiler.Ben de Kanal D'de yayınlanan 'Deli deli olma' filmine bakıyordum.O yaz sıcağı, masum masum bi şeyler izlemeye çalışan bu genci rahat bırakmıyor ve bütün beynimi ele geçirmeye çalışışıyordu.Bütün hücrelerim'kalk bi duş aal' diye bas
bas bağırıyordu.İlk ufak sancılar bu esnada geldi.Sonra Gökay ablayla mutfakta yemek yaparken Derya abla geldi ve ''Size çok önemli bi şey söyleyeceğim sıkı durun. Nişan geldi az önce''dedi. Nişandı,suydu,sancıydı beni zaten çok 
öncesinden aydınlattığı için o sırada akla ''nişan ne lan?!''diye bi soru gelmedi tabiki.Hiç bir şeyden emin olamama gibi bi durum vardı bende başından beri.Kadın doğum sancısı çekiyor,nişan geldi diyor,hissediyorum diyor benim akıl hala
doktorun söylediklerinde. ''yok yaa bizi kandırıyor,numara yapıyor''diyorum kendi kendime.Bu sırada sancıların kaç dakikada bir geldiğini ve süresini bilmek için elde kronometre var tabii.Derya abla büyük bi heyecanla telefona sarıldı,doktoru aradı.
Yemeğimizi yedik.Yedik ama nasıl yedik? Biz mi yemeği yedik,o mu bizi yedi belli değildi.Derya abla elinde köftesiyle mutfağın içinde tur atıyordu.Ayakta olması acısını hafifletmesinin yanı sıra doğumu da kolaylaştırıyormuş.Kendisine ve Aze'ye 
iyi gelecceğini düşünerek duş aldı. Mavi elbisesini giydi.Ben de olayların devamını merak ediyorum deli gibi.
Savaş Abim yollara düştü,evine geldi.Bu sırada sancıların şiddeti artmıştı.Sancı geldiğinde pat Gökay ablanın kolundan tutup dakika sayıyorlardı.O gün Derya ablaya hiç rahat yoktu. Oturdu olmadı,uzandı olmadı,e sürekli yürürken de aşırı efor harcıyordu.
Son hazırlıklarımızı yapıp arabaya bindik. Kalabalık bi kadroya sahiptik hastaneye gitmek için. Gökşen,Neşe, ben,Gökay Abla,Derya Abla, abim cümbür cemaat yola düştük.Bilmiyorum dünyanın neresinde güle oynaya doğuma gidilir? Ama biz yaptık ve çok da şahane oldu. Vardık hastaneye,Derya ablayı bi odaya aldılar.Aze'nin kalp seslerini dinledik burada.Her şeyin yolunda olduğunu ve tam zamanında
gittiğimizin haberini aldık.Derya ablayı asıl kalacağı odaya götürdüler.sonra biz  hastanede alkollü insanlar gibi davranıp ona eziyet ettik :)
Bekliyoruz kapının önünde telaşla.Sonra aşırı stresten mi ya da korkudan mı olduğunu kestiremediğim garip bişeyler oldu bana. Hey gidi Derya ablam böyle sedyeyle odadan çıkınca şok oldum. Tabii yani olması gerek o ama insan bir anda sindiremiyor bu tür şeyleri.Ayşen abla koptu geldi hastaneye.Doğuma almadan önce gittim yanına,gülümsediğini gördüm,yanağından bi öpücük aldım ya beyne komut gitti yeniden''tamam iyiymiş o şimdi sakin ol ''diye. Ben böyle hastaneye gidince zart diye bebeği elimize vereceklerini umuyordum halbuki.

Arabanın içinde bekleşirken hafızama kazınan bir diğer şeyi paylaşmak isterim. Abican gelir,arabanın camını tıklatır,''doğum oldu'' der. Ayşen ablaya sarılır,
bana sarılır,sonra bi bakarsın herkes birbirine sarılır :) Derya ablayı ve Azecan'ı son kez görmek için yanlarına gittiğimizde gözümde çok büyük bir zafer kazanmış kadın görüntüsü vardı.

Son sözler Azecan'a;
Tam bir yıl oldu seni kucağıma almaya korkalı.
Tam bir yaş oldu hastane yollarına düşeli.
Evimize,hayatımıza,kucağımıza sen en çok bize hoşgeldin Çınar'ım.





Neşe'den Aze Çınar 1 yıldır bizimle 3

Aze’yi beklemek....

Bir yıl öncesi... 4 Ağustos 2010...

Bilmiyorduk. Bugünler, o günlerde bilinemezdi belki de. Bir yıl sonrasında herşey daha
iyi, daha kötü olabilirdi ama bu denli farklı bir yıl sonrasını, o gün beklemiyorduk. Kopuşla
buluşma; göbek bağının kesilmesiyle memeye sarılma arasındaki diyalektik öncesiydi.
Bugünden başka bir şeydik hepimiz...

Bildiklerimiz de vardı bir yandan. Mesela adını biliyorduk: Aze Çınar. İsim anneleri vardı.
Bazılarımız başka tarihlerde o yollardan geçmişliğin tanışıklığını taşıyordu. Bu tanışlık,
umulan yol rehberliğini taşıyamasa da o günün telaşına. Üstüne, çok heyecanlıydık.
Bilinmeyenle karşı karşıya kalma anının hakiki telaşı. Kaçacak yer, ertelenecek zamanın
kalmadığının bilgisi biraz. Öncesinde -tüm gel gitlere rağmen- ne kadar kararlıysak, kararlılık
ve kararsızlığın doğuma dakika dakika yaklaştımızdaki önemsizliğinin şaşkınıydık...

Öncesinde ne çok düşünmüş, ne çok okumuş, ne çok iç çekmiş, iç dökmüş, konuşmuştuk
üstüne. Bir o kadar korkmuştuk. Ve gelmişti o an işte. Sancı aralarını kısalta kısalta; kendi
bildiği gibi, hep olageldiği gibi geliyordu. Kendi doğrularıyla, kendi kurallarıyla üstelik.
Yapabileceğimiz tek şey geleni karşılamak; ‘olma’sına eşlik etmekti...

Oysa, türlü ‘olabilir’liklere dair hazırlık yapmıştık. Planlarımız yok değildi. Öyküler
dinlemiştik. Öyküler dizinine alfabenin ilk harfinden bir yenisinin ekleniyor olduğunu bilsek
de henüz ilk satırlar vardı. Acemiydik...

O gün o ilk satırları okuyabilen herbirimizin şimdi, bir yıllık hikayeleri, yazılmak üzere
biriktirdiği hikaye malzemeleri var, birbirine ayrı birbirine benzemeyen ama birbirine aşina.
Daha iyi, daha kötü değil ama farklı ve ‘bir’ fazla. O gün, 4 Ağustoz 2010’da ‘bir’ çoğaldık
biz...

Sadece ismini bildiğimize, dokunur olduk. Kokusunu aldık Aze Çınar’ın. Neresinden
öpeceğimizi bilemedik. Gözünün rengini seçtik. Göğsümüze değince sıcaklığını aldık. Uzun
kirpiklerini seyrettik uzun uzun. Eksilen yanlarımızın yanına onun gülüşüyle çoğalmayı
koyduk.

Bir yıl sonrasında hala bekliyoruz... Henüz girişini okuduğumuz Aze Çınar öyküsünün geri
kalanını...Aynı acemilik, aynı telaş ve aynı bilinmezlik içinde...

Çoğal aramızda Aze.





Gökşen'den Aze Çınar 1 yıldır bizimle 2

Sevgili Çınar Aze, 

Her şey bir cumartesi günü ciddi bir toplantının ardından yapılan tüp muhabbetiyle başladı. 
Ne geyik yapmıştık yahu.. İki gün sonra, Derya "siz ne mubarak kadınlarsınız, hamileyim" dedi :)

Derya'nın gün, hafta saymaya ve yazmaya başlamasıyla biz de neler oluyor, bitiyor öğreniyoruz.
Senin yolculuğun devam ederken hazırlıklar kendi ritminde ilerliyor. 
Sen rüyalarımıza girmeye başlıyorsun. İyi, güzel, orjinal, komik rüyalar... 
Hele Derya'nın senin 1 metre doğduğunu gördüğü bir rüyası var, aynı rüya da bir de ünlü
bir çift var, çift senin adını soruyor, cevap çınar gökşen oluyor. 
Bu rüyadan sonra senden uzak durmak mümkün olmuyor tabi :))

Kolektif bir çalışmayla odan için alışverişler yapmaya, temizlik işlerine girişiyoruz.
Perde de bir sorun var ama yaratıcılığımızla çözüveriyoruz. Kimimiz iyi sürücü Neşe gibi,
kiminin temizlik beziyle arası fena değil İsmigül, kimi iyi cam siliyor ben gibi :)

Ve zaman aktıkça buluşma da yaklaşıyor...
Sabırsızlanıyoruz. Seni merak etmekle beraber Derya da artık hafiflesin istiyoruz...
Ben gidicem, 20 günlük bir programım var, yolculuk tarihim 5 ağustos, bana yetiş istiyorum. Du bakali...

3 ağustosta kontrolünüz vardı akşam üzeri ablam Funda'yla sizi ziyaret ettik. Derya yorgundu biraz ama keyifsiz değildi.
Ve yalnız da değil tabi, nöbet teslim alır gibi ziyaretçi vardı o gün. Biz de ziyareti tamamlayıp çıktık. Çıkışta ablam "bugün 
Derya doğurur" dedi. Ben biraz heyecanlandım, gidicem ya bir gün sonra, çok istiyorum gitmeden önce gelmeni ve seni görmeyi :) 
Günün ilerleyen akşam saatlerinde Savaş'tan sancıların başladığı bilgisini aldığımız andan itibaren Neşe ile teyakkuza geçtik ve beklemeye başladık. Bekledikçe heyecan da büyümeye başladı... 

Ayın kocaman olduğu güzel bir geceydi, seninle buluşmak üzere yola düştüğümüzde...
Ve ben seni beklerken birçoğu gibi, sen beni yolculamak için geldin zamanında...
Sabaha doğru katıldın aramıza, ben de huzur için uzun Karadeniz yolculuğuma çıkabilirdim artık. 
Bir gün seni de sırtımda yaylalara çakarabilirim umuyorum... Derya'ya sözüm var. 

Seni odaya getirdiklerinde ilk anlarda nasıl yumurmuşsam (yaptığım harekete ne diyeceğimi bilemedim), Neşe gözleri kocaman olmuş bana bakıyordu. Şansa Derya görmedi, yoksa bana bilmem kaç metreden öteye yaklaşma yasağı koyardı. Kesin koyardı bu yasağı, hep sana uzaktan el sallamak zorunda kalabilirdim :) Ama yaptığım Elif ebenin yaptığının yanında devede kulak kalırdı inan hehhe

Derya bu hikayenin en direngen karakteri bilesin... Senin normal normal aramıza katılman konusundaki inadı, inancı, ve direngenliği.. Öğrenirken, öğretti de...

Bir yıl geçmiş Azecan, zaman zaman kopmalar olsa da -e hayat bu!- takip ediyorum seni. Şansa cümle kurmayı seven bir Derya var ve iyi ki var. Uykusundan gülerek uyanan güzel, tatlı Aze... 

"İmlasını bilirdik bilmesine de, yine de yanlış hecelerdik hayatı" demiş şair. Dilerim imlayı olabildiğince az şaşırdığın bir yaşamın olur. Ve dilerim hayat seni gülen gözlerin kadar güzel karşılar...

Gözleriyle gülen Aze, yolculuk devam ediyor... Buluşmak ve koklaşmak üzere ;)

Sevgiyle,

Gökşen 





Babasının gözünden Aze Çınar'ın doğum hikayesi

BİR BABANIN DOĞUM ANILARI

Bu yazı gecikmiş bir yazı. Öncelikle sevgilimden ve kızımdan af diliyorum. Öyle böyle değil tam 7 ay gecikti. 7 ay önce yazı başlığı “bir babanın gözünden doğum hikayesi” olabilirdi. Şimdi ise anılarımda kalan ne ise onu yazacağım.
Bundan tam aylar öncesiydi. 3 Ağustos sabahı şirin bir hamile ile doktor kontrolüne gittik. Doktor her şeyin normal olduğunu, doğuma daha vakit olduğunu beklememiz gerektiğini söyledi.
Havanın çok sıcak olması deryanın tahammül sınırını zorluyordu. Eve aldığımız vantilatör bile havayı biraz olsun serinletmeye yetmiyordu. Sevgilim hamileliğin başından beri normal doğum istedi. Bu konuda ne kadar yazılı ve görsel doküman varsa hepsi ile bilgisini pekiştirip kendini normal doğuma çok sıkı bir şekilde hazırladı. Hatta bazı videoları bana da izletti. Korktum ama sevgilim korkmasın diye belli etmedim. Velhasılkelam Derya duruma çok hazırdı. Hatta o kadar hazırdı ki eve geldiğim bir akşam “Ahanda kızımız” diyeceğini zannediyordum.

Doktorun doğuma daha var demesi Derya’nın biraz canını sıksa da sevinçle ayrıldık oradan.
Evin girişinde doğum bavulu duruyordu bir süredir. Eve her girdiğimde gülümsüyordum. Baba olma ihtimalime Aze doğmadan önce daha çok gülümseme olarak kendini gösterdi.

Ben akşam geç saatlerden gece yarısına kadar çalışıtığım için Derya hamileliğini yalnız başına geçirdi. Bu da benim içimde en çok da Derya’nın içinde uktedir. Keşke öyle olmasaydı.

O gün saat 22.00 gibi Derya aradı. “Şimdi bişey söyleyeceğim sana ama sakin ol” dedi. “Galiba doğum başlıyor” Tam cümle kuracağım geliyorum diye ama nafile, laf ağzıma tıkılıyor:

- Eeee ben o zaman gellli…
- Ben her şeyi hallettim canım, sen çalışmaya devam et sancılar 2 dakikada bir olursa ahhh
- Derya neler oluyor?
- Dur bi dakka
Bir süre telefonda beledikten sonra,
- Sancı geldi. Gökay ve Aylin var yanımda acil bişey olursa biz hasteye doğru geçeriz sen meraklanma.

Derya daha önce okuduklarından , (Evet bu da bir ayıp benim için en çok Derya okudu. Ben genelde onun okuduklarının özetini dinliyordum geceleri) esas doğum anına kadarki sancı sürecinin aslında yürüyerek, ayakta daha tahammül edilebilir olduğunu, hastanede yatağa bağlı sürecin daha geç ve zor geçtiğini öğrenmişti. O yüzden doğumun başlangıç aşamasının büyük kısmını evde geçirmek istiyordu. Bende o nedenle hastane falan diye fazla zorlamadım. Yaklaşık 15 dakikada bir sancısı olmadığı zaman Derya ile, sancı nedeniyle konuşamadığı zamanalarda Gökay ile konuşarak 2 saati daha işyerinde geçirdim. Derya sancıların 3 dakikada bir olduğunu söylediğinde saat 23.15 civarıydı. Artık geliyorum dedim. Aklım karışık, bünyem alt-üst atladım taksiye eve doğru yola koyuldum. Yol nasıl bitti hatırlamıyorum. Eve heyacanla daldım. Bir de ne göreyim Sevgilim güzel bir elbise giymiş, saçlarını güzelce taramış, güzelce gülerek karşıladı beni. Onun gülen yüzü endişelerimin biraz azalmasını sağladı. Öpüştük, koklaştık.

Endişelerim 5 dakika dolmadan artarak geri geldi. Sancı anına ilk defa şahit oluyordum ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yok. Ama evdeki ekip gayet profosyonelleşmiş ben yokken. Gökay'ın elinde telefon kronometresi sancı aralarını kontrol ediyor, bunlar not ediliyor. Aylin Derya’nın belini ovuyor, ben ise mal gibi onlara bakıyorum. Sancı bitiyor Derya, Gökay ve Aylin gülerek sancı hakkında, süresi hakkında hatta daha başka mevzular hakkında gülerek sohbet ediyorlar. Acayip şekilde kıskandım ben tüm bunları. Neyse 10 dakika sonra ben de üzerimdeki mallığı atıp biraz yardımcı olmaya başladım. Aradan 30 dakika daha geçti. Sancıların süresi uzadı, aralıkları kısaldı. Derya’yı doktoru araması gerektiğine zor ikna ettim. Derya doktora durumu anlattı. Hastaneye davet edildik. Çok sevdiğimiz Neşe ve Gökşen durumdan haberdar oldular. “Bekleyin arabayla beraber gidelim” dediler. Yarım saat sonra geldiler. Doluştuk arabaya. Küçük bir araba olmasına rağmen hepimiz sığdık. Derya, Ben, Neşe, Gökay ve Gökşen’in kahkalarıyla vardık hastaneye. Kayıt-kuyut işlemlerinin ardından Derya ilk kontrol için bir odaya alındı. Çok sevimli ve işini bilen Elif Ebe tarafından ilk muanesi yapıldı. Sonra odaya girdik ebe ve Derya gülüyor, “Doğum başladı.” haberi hepimizi sevindirdi. Doğum için odaya çıktık. Odada beklerken Ayşen geldi. 
Gece 5’e kadar gülerek, eğlenerek, korkarak doğumu bekledik. 5’ te Derya’yı doğumhaneye aldılar. Ben doğumhane kapısında steril elbiseleri giymiş bir şekilde Derya’nın çığlıklarını duyarak ve korkarak kapıda bekliyorum. Fotoğraf makinesi cebimde hazır bir şekilde bekliyorum. 10 dakika sonra beni de doğumhaneye aldılar. O 10 dakka o kadar uzun geldi ki bana orası ayrı. Doğumhane bayağı kalabalık. İçeride 10 tane insan var. Doktor direk talimat verdi. “Hiçbir şeye değmeden Derya'nın başında bekleyin ve konuşmayın” dedi. Doktor öyle bir otorite koydu ki acayip tırstım. Kıpırdamadan sevgilimin başına dikildim. Elini tutacaktım, tutamadım o örtüye değmemem gerektiği için.
Doktor ıkın diye bağırıyor. Benim de yardımım olsun diye gaflette bulunup “canım ıkın” dedim. Keşke demez olsaydım. Derya bana öyle bir baktı ki “kolaysa sen gel ıkın” der gibi. Sustum içimden dedim her şeyi. Hadi kızım gel artık dedim içimden. 5.19'da Derya’nın bağırmaları sona erdi. Yaşlı gözlerle birbirimize bakıp gözlerimizle sevdik birbirimizi bir kez daha. İlk kez mutluluktan ağladım. Aze geldi dünyaya. Ağlamadı kızım doğarken. Doktorun elindeydi. Ben dondum kaldım. Şaşkınlık içindeydim. Halbuki Derya beni o kadar çok tembihlemişti ki “ bak sakın fotoğraf çekmeyi unutma” diye. Kadın doğum ağrısı falan hepsini unutup beni çekiştirdi. “Hadi fotoğraf çeksene” dediğinde yarım ayılmış halimle 3-4 poz yakalayabildim. Bu da uktedir içimizde. Keşke daha çok fotoğraf çekebilseydim.
Aze’yi bir masaya aldılar ağzından burnunda hortumlar sokuyorlar. Gözümüz Aze’de. Gözümüz birbirimizde. Lal olmuştuk konuşamıyorduk. Üzüldük kızımızın canı yanıyor o hortumlarla diye. Ama onlar rutin bir işlemmiş gibi hallettiler işlerini. Derya'nın kucağına verdiler. Bir süre sonra Aze’yi giydirmek için hemşire aldı. Sonra Derya'nın kucağına verdiler tekrar ve onlar odaya giderken ben ise hastane dışında bekleyen arkadaşlarımıza haber vermek için aşağıya indim. Hepsini birden kucaklamak istiyordum. İyi ki yanımızdaydılar. İlk Ayşen karşıladı beni. “Aze doğdu” dedim. Ayşen’e sarıldım ve ağladım. Sonra kardeşime sarıldım. Gökay, Neşe, Gökşen hepimiz havalara uçuyoruz.
Odaya çıktık Derya odada ama bitik halde. Çok zor bir işi tıkır tıkır halletmişti. Hamilelik ve normal doğum gibi zor süreçlerin tamamını tek başına başarıyla göğüslemişti. Sevgilimdi, eşimdi, kadınımdı şimdi de kahramanım olmuştu.
Kızımız Derya'nın kucağında, ikimiz de şaşkınız. İkimiz de bir Aze’ye bir de birbirimize bakıp gülüyoruz. Mutluluk işte o andı. Baba olduğu hissettiğim ilk an ise; benim ve Derya'nın dışında biri Aze'ye dokunduğunda şahin kesilip onu koruma iç güdüsüyle dolduğum an hissettim. O şahinlik halen devam ediyor. 
Derya bilir (toplu otobüs yolculukları) eğer ben biri için şahinlik (korumacı anlamında) yapıyorsan onu çok seviyorum demektir. Ömrüm ve gücüm yettikçe ikinizi de koruyacağıma ve seveceğime söz veriyorum.








Annesinden Acayip bir doğum hikayesi

Dört gözle bekliyordum doğum hikayemi yazacağım zamanı. Doğum sonrası yazmanın biraz zaman alacağı, benim de hiç acele etmeyeceğimi düşünememişim. Bugün kızımın 11. günü ancak zaman ve yeterli motivasyonu sağlayıp oturuyorum bilgisayar başına.

3 Ağustos salı öğlen, eşimle kalkıp rutin muayenemize gittik hastaneye. 39 hafta 3 günlüktü hamileliğim. Doktorumuz vajinal muayene yaptı. Son söylediğinde olduğu gibi bebeğin doğum yoluna hala girmediğini, rahim ağzının arkaya dönük olduğunu, pazardan önce bebeğin gelmesinin zor olduğunu söyledi. Bir yandan canım sıkıldı bekleme işi devam edecek diye bir yandan da tam zamanında gelecek diye sevindim. Doktorumla pazarlık yaptık. O “cuma gel kontrole” dedi. Ben “Çok yoruluyorum geldiğimde, pazartesi geleyim yaa, arada doğum olursa gelirim işte.” dedim. En ufak tuhaf şeyde kontrole geleceğime söz verdikten sonra pazartesi gününde anlaştık.

Dönüşte Savo'yla kafeinsiz kahve içmek istedim, Beşiktaş'ta Starbucks'a gittik. Ferah ferah içtim kahvemi. Savo'nun daha vakti vardı ama eve arkadaşlar gelecek diye ben erken kalktım, karşıdan da mahallenin otobüsünü görünce, ışık mışık düşünmeden koştur koştur geçtim durağa. O denli iyi hissediyordum kendimi yani.

Eve geldim, arkadaşlar vardı, bloğa yazmıştım, o akşam baya arkadaş gelip gitti. Farklı bir ağrım vardı ama aklıma gelmedi doğum zira en erken pazar demişti doktor. Saat 21.00 suları tuvalete gittim. Kırmızı, regl akıntısına benzer bir şeyler geldi. “Aha nişan mı yoksa?” diye heyecanlandım. Doktoru aradım. “Vajinal muayeneden sebep olmuştur o. Doğum olması mümkün değil.” dedi. Pöffleyerek kapadım telefonu. Bir yandan da sancılarım artmaya, düzenli hale gelmeye başlamıştı. “Emziren Anneler” mail grubuna mail atıp sordum. “Şöyle bir sıvı geldi, şöyle sancılarım var acaba nedir nedir?” diyerek. Gelen cevapların hepsi, büyük ihtimalle doğumun başladığı yönündeydi. Hamileliğimin ortalarından beri bloğunu (Blogcu Anne) takip ettiğim Elif'le telefonda konuştuk. Bu arada sancı aralarım ilk zaman tuttuğumuzda 6-7 dakika gibiydi ve öncesini çok ağır hissetmeden bu aralıkla başlamış olması bana mümkün değilmiş gibi geliyordu. Elif de zaman tutmaya devam etmemi, düzenli giderse, doktoru aramamı, büyük ihtimalle doğumun başladığını söyledi.

Çok kısa süre sonra sancı araları 4-5 dakikaya düşmüştü bile. Halimiz çok komikti. Evde en yakın arkadaşım Gökay ve Savo'nun kız kardeşi Aylin vardı. Sancı başlayınca ben “geldi” diyorum, Gökay bir yandan kronometre tutarken, bir yandan tutunmam için bir kolunu bana uzatıyor, Ben eğilip kitaplığın bir rafından destek alıyorum, Aylin'se belime masaj yapıyor. :) Sancı araları ise daha da komik. Yemek yiyoruz, ben evi toparlıyorum, dondurma yiyorum, güzel güzel duşumu alıyorum, gülüp eğleniyorum falan. Tam hayal ettiğim gibi ilerleyebiliyor her şey. Tek yapamadığım oturmak. Saat 21.30'dan gece 01.00'e kadar neredeyse hiç oturmadım. O kadar iyi hazırlanmıştım ki bu sürece, o kadar iyi eğitmiştim ki kendimi en iyi nasıl yaşanabileceğine dair, olabilecek ennnn şahane şekilde geçirebildim. Sakin, fonksiyonel, başarılı.

Savaş'ı aradım. “Sakin ol, büyük ihtimalle doğum başladı, ama idare ediyorum, sancı araları 2 dakikaya falan düşünce ararız doktoru.” dedim. O da sakin kaldı gerçekten :) Saat 24.00'te evde oldu. Bana kalsa hala doktoru aramayacaktım ama Savaş çok ısrarcı oldu. Doktoru arayıp, “sancı araları neredeyse 2 dakkaya düştü” deyince, “hastaneye gelin” dedi.

Aylar öncesinden hazır olan valizimizi aldık, toparlandık, o esnada Neşe ve Gökşen geldi, kalabalık bir ordu halinde, yola koyulduk. Boğaz Köprüsü'ne nazır sancılarımızı yaşamak ayrı keyifliydi. Hastaneye vardık. Hızla acile aldılar. İşte orada doğumumun en şahane şeyi ile karşılaştık: Elif Ebe. Hiç incitmeden yaptığı vajinal muayenelerden, verdiği morallere, güler yüzüne, ilgisine resmen çok büyük lütuf oldu tüm gece boyunca bizim için. Elif Ebe beni odaya aldı, herkesi çıkardı. Muayeneyi yaptı, bu arada benim kalbim duracak; “Ya doktorun dediği gibi gündüz ki muayene yüzündense tüm bu ağrılar falan, ya doğum başlamadıysa, ya şimdi kös kös eve dönmemiz gerekirse...” derken Elif Ebe müjdeyi verdi: “Oo süper, doğum çoktan başlamış, rahim ağzı açıklığı 5-6 cm'ye varmış. Şahanesiniz.” Hoba bende bir sevinç bir sevinç... Millet içeri girdi, müjdeyi verdim, bizimkiler boş bulunup bir alkışlama... hastane çalışanları gelip kafayı uzatıyorlar “ne oluyor” diye! Biz hep beraber gülüyoruz, Elif Ebe şaşkın; “Sancı çekerken böyle gülen hamile ilk kez görüyorum.” Tam o ara aha!! haftalardır beklenen şey; suyum geliyor!!! Endişeliydim hep, “Ya geldiyse de ben farketmediysem? Nasıl bir şey ki bu? Ne kadar geliyor ki?” Dedikleri kadar var. Geldiğinde farketmemek mümkün değil. Rahat bir iki kilo su!!

Yatışımız yapılıyor. Bizi üst kata alıyorlar, tam odaya giriyoruz, hobaa bir daha su geliyor. Elif Ebe bakıyor, Eyvah, bebek kakasını yapmış içerde, suda yeşil renk var. Eğer bebeğin kalp atışları düşerse acil sezaryen gerekebilir! İşte o an paniklemeye başlıyoruz biraz. O safhaya kadar güzel güzel gelmişken, sezaryenle bitmesin süreç! En başından itibaren hep normal doğum istedim. 9 ay taşıdıktan sonra, ben uyurken dünyaya gelsin, başkaları karşılasın ben saatler sonra göreyim istemedim. Süt geldi mi gelecek mi endişesi yaşamak istemedim. Normal gelişmesi gereken, bin yıllardır böyle gelişen bir sürece müdahale edip, çocuğu doğurmak değil, müdahaleyle “aldırmak” istemedim.

Doktorumuz geliyor o ara. Muayene ediyor. NST'ye bağlatıyor bebeğin kalp atışlarını duyabilmek için. Şu hamilelik boyunca en kıl olduğum şey NST'ye bağlanmak. Evde sancıları ayakta daha rahat karşılamışken hastanede yatağa bağlı olmak beni rahatsız ediyor. Bu esnada Ayşen geliyor hastaneye. Biz de sanırım gecenin 2'sinde, hastaneye doğuma en kalabalık gelen tiplemeler rekorunu kırıyoruz böylece.

Rutin işlemler yapılıyor. Sırada doğumdan çok korktuğum iki şey var: Lavman ve epidural için kateter takılması. Lavman Elif Ebe'nin mahareti sayesinde çok kolay halloluyor. Sonra epidural için ameliyathanye alıyorlar. Doktorum, sezaryen olma ihtimaline karşı ilaç yaptırtmıyor. Sadece kateter takılacak. Benim talebim de eğer normal doğum olacaksa en düşük doz epidural almak. Çünkü hem doğum uzun sürerse bebeği etkilemesinden korkuyorum hem de epidural yüksek olursa doğum esnasında sancılrı hissedemeyip, yeterli ıkınamamaktan, doğumu zorlaştırmaktan. Ameliyathaneye tek başıma indiriyorlar. Korkutucu. Anestezist tatlı bir kadın. Ama ne kadar tatlı olursa olsun, ameliyat masasında çene karında, dizler o hamile göbeğin izin verdiğince karna çekili, nefes alamaz halde ve sancılar gelip giderken kıpırdamadan durmak çok zor. Doktorun ikizlerinden birinin adı Çınar'mış, Hemşireninse soyismi Çınar'mış. Bunlar konuşulurken olup bitiyor kateter takma işi.

Tekrar yukarı çıkarıyorlar. Savaş dışındakileri de dışarı çıkarıyorlar, artık doğma anı yaklaşıyor diye. Savaş, ben, Elif Ebe odada başbaşayız. Sancılar gitgide daha çok hissediliyor. Doktor geliyor, bebeğin kalp atışları normal. “Böyle giderse normal doğumla halledeceğiz.” diyor. Seviniyoruz. En düşüğünden epidural yapılıyor. Savaş elimi tutuyor. Gözü bebeğin kalp atışlarının olduğu ekranda, sürekli hatırlatıyor bana: “Hadi hayatım öğrendiğin gibi, derin nefes al, yavaş yavaş bırak.” Ben sancılarla gergin, “Almayacaaam” şımarıklığı yaptığımda hatırlatıyor: “Bak kalp atışı düşüyor Çınar'ın sen derin nefes almayınca, sezaryen mi olsun istiyorsun? Hadi bir derin nefes... Hah bak arttı şimdi, aferin.”

Sancılar maksimuma ulaştığında geldi doktorum. Muayene etti ve “Açıklık tamam, haydi doğumhaneye gidiyoruz.” dedi. Henüz beklemiyordum. Ama artık sancılar da çok zorlamaya başlamıştı. Bir de ben basınç hissini vajinada yaşayacağım sanıyordum. Halbuki tuvalete çıkma daha doğrusu çıkamama, kabızlık hissinin, ziplenmiş haliymiş tamemen.

Doğumhaneye aldılar, sancılarla ıkınma süreci başladı. Saat 05.05. Tam okuduğum hikayelerdeki gibi, her sancıda ıkınıyorum ama hiçbir gelişme yok, hiçbir ilerleme yok gibi geliyor bana. Boşu boşuna uğraşıyorum ve doğum asla bitmeyecek, birazdan doktor “Olmayacak haydi sezaryene.” diyecek gibi geliyor. Bir yandan bebeği ittirirken tüm gücümle bir yandan da Savaş'a bakıyorum, öyle heyecanlı, öyle panik ki... Son gücümle ittiriyorum ve Savaş “Derya bak doğdu.” diyor. Saat 05.19. İçimden kocaman bir ağırlık çekiliyor dışarı. Göbeğini kesiyor doktor. Bebeği yan masayı alıyorlar. Savaş'a bakıyorum, yeşil ameliyat kıyafeti, bonesi içinde gözleri dolu dolu, öyle mutlu ve güzel ki. Herkes “Bebeğimi görür görmez tüm acılarımı unuttum.” der, ben Savaş'ı öyle görünce tüm acılarımı unuttum. Mümkün olmaz sanardım ya o ana kadar ki sevgimin yüz katını hissetmeye başlıyorum o anda sevgilime karşı.

Bu arada bebeğimiz ağlamadı. Doktora sordum. “Normal, her zaman ağlamazlar, biz de ağlatmıyoruz” dedi. İnce bir hortumla ağzını, burnunu temizlediler. O zaman minik bir “uvveaaa” sesi geldi. Sonrasında hemen kucağıma verdiler.

Bebeği temizleyip giydirirlerken (Biz heyecanlı, hemşireler daha heyecanlı bebeğimin şapkası başka takımdan, zıbını başka, altı başka. Ama kimin umurunda?!) , benden plasentayı aldılar. Dikiş tamamlandı. Bebeğimle beraber odaya çıkardılar.

9 aydır heyecanla ve merakla beklenen süreç tamamlanıyor. Normal doğum sayesinde, hiç akış bozulmadan, kesintiye uğramadan... İstese bizi sezaryene yönlendirebilecekken yapmayan doktorum, Sürekli beni destekleyip, moral veren sevgilim ve çok sevgili arkadaşlarımın da büyük katkılarıyla.

Tüm hamile kadınlara öneririm normal doğumu. Bir süre yaşayacağınız yoğun acı, bir ömür gülümseyerek, şahane hatırlayacağınız ana değiyor.  



LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...