Lilypie Second Birthday tickers

30 Aralık 2010 Perşembe

Yeni yıl akıllı ol!

Hani her sene yeni kararlar alınır, dilekler dilenir ya çoğu şubata kadar unutulan... Benim bu yeni yıl için

Kararlarım;

  • Zaten hızla değişmekte olan bakış açımı daha da değiştireceğim.
  • Sadece düşünüp hayal etmekle kalmayıp, pratiğe de geçireceğim.
  • Vefasız insanlara şaşırmadığım gibi kimseden vefa beklemeyeceğim de.
  • Kimseye hakettiğinden fazla değer vermeyeceğim. (işte bu değil her sene yılda Birkaç kez tekrarlanan bir sözde karar!)
  • Bebek öncesi yaşamı yeni yaşamıma katma çalışmalarını hızlandıracağım, Aze'nin 6. ayına zaten çok az kalmışken, onu sırtıma takıp, sosyal hayatıma hızla döneceğim.
  • Gökay'la konuştuğumuz her projeyi yapacağım.
  • Yüzmeye daha sık gideceğim.
  • 6. aya kadar hamilelik öncesi kilomun dahi altına ineceğim.
  • Daha az pimpirikli bir anne olacağım.   
  • Yüzbininci kez büyümeyi deneyeceğim.

Umut ettiklerim, dilediklerim;

  • 2011'de emeğin daha değerli olmasını umut ediyorum. Çalışan işçinin emeğinin de, iki arkadaş, sevgili, akraba.. insanlar arası ilişkide harcanan emeğin de gerçek kıymetine ulaşmasını umut ediyorum.
  • Yıllarca hep birgün anne olursam Lorelai Gilmore gibi bir anne olmak istedim. (Kızıyla arkadaş, dalgacı, rahat, hoşsohbet, zeki, komik, kızının çok sevdiği) Kendini çok geç tanımaya başlamış bir insan olarak farkettim ki benden bir Lorelai çıkması çok zor olduğu gibi üstüne üstlük Lorelai'ın annesi gibi bir anne (Katı, dediğim dedik, kuralcı, gıcık) olacak bu gidişle benden. Umudum şu ki bir yıldırım falan çarpsın beni ve o günden sonra daha Lorelai bir anne olabilmeyi başarayım.
  • Kör bir çocuğun annesi Türk ise, annesi her ihtiyacını annelik yüreği kisvesi altında gidereceğinden çocuk büyüdüğünde, tek başına yaşayamayan bir bağımlı olacağını, Kendi kendine yetmeyi öğretecek bir anne ile ise o çocuğun büyüyünce Ray Charles olabileceğini unutmamayı, çocuğumu bağımlı yetiştirmemeyi umut ediyorum.
  • Maddi sıkıntı yaşamamayı umut ediyorum.
  • Evden, kızımdan ayrılmadan çalışabileceğim, para kazanabileceğim bir işim olmasını diliyorum.
  • Ailecek hastalık yaşamadan, sağlıklı, keyifli bir yıl geçirmeyi umut ediyorum.
  • Empati bulaşıcı hastalık gibi tüm insanlığa yayılsın istiyorum.
  • Sınıf ayrımı, ırk, cinsiyet ayrımı, savaşlar, açlık, yoksulluk ortadan kalksın diliyorum.


         Herkesin yeni yılı mutlu, huzurlu olsun. İyi yıllar.
Devamını Oku »

29 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Kar Masalı

3 becerikli, azimli ve heyecanlı anne bir araya gelmiş, biri yazmış, biri çizmiş diğeri de uygulamasını yapmış ve ortaya Bir Kar Masalı çıkmış. Üstelik hiçbir kar amacı gütmeden. Ücretsiz olarak tüm çocuklara sunmuşlar. 
http://ozguranne.blogspot.com/2010/12/bir-kar-masal.html


Ellerine, akıllarına, yüreklerine sağlık her birinin.

Devamını Oku »

An be An Aze Çınar

Aze kuzu hasta oldu. Baya öksürdü, kafası çok terledi. Ihlamur + tarçın + elma + limon kaynatıp verdik. Böylece bir şekilde ilk ek gıdasını da almış oldu. Hiç duraksamadan lıkır lıkır içti obur sincap. Şimdi biraz daha iyi. Ama sanırım hastayken öksürdüğünde hemen kucağa aldığımız, yatağa koyduğumuzda öksürdüğünde yine kucakladığımız için öksürüğü "istediğimi yapın" aracı haline getirdi. Nasıl ki bebekler ağladığında istediklerinin yapıldığını öğrenip ağlayarak istediklerini yaptırmaya çalışıyorlarsa bizimki de öksürerek yaptırmaya çalışıyor :) Galiba hakkaten her özellik sosyal öğrenimle gerçekleşiyor. Bu hali çok şirin olsa da bugün biraz müdahale edip biraz azalttık sanki. 


Bugün bir buçuk aydır yanımızda olan annanne Altınoluk'a döndü. Belinden küçük bir operasyon geçirmişti, daha iyice hale gelince döndü. Bir yandan Aze'yi bırakıp gitmekte zorlanırken diğer yandan ne zamandır göremediği Su torununu göreceği için de sevinçli idi. 


Şu ara gelip gidenimiz yine çok oldu. Hem annem burada diye hoşgeldin'e ve geçmiş olsun'a gelen eski komşuları, arkadaşları hem bizi ziyarete gelen arkadaşlarımız derken bol gün tadında, kekli börekli günler geçirdik. Bir yandan bu durumdan keyif alırken öte yandan bizim sosyal kuzu ne zaman evde misafir olsa kesinlikle yatmak istemedi, direndi son ana kadar. Biraz düzenimiz bozuldu, biraz şımardık sonunda gün itibariyle biraz daha sakin bir hayata geçtik. Epey yorulmuştuk, dinlenmek iyi olacak. 


Daha önce yazmış mıydım hatırlamıyorum. Bir aydır hiç mama almıyor Aze Çınar. Sağdığım anne sütüyle besleniyor sadece. Çok mutluyuz bunu başardığımız için. Mutlu oldukça sütüm de artıyor, daha iyi besliyorum kızımı.
Son zamanlarda salyalandı baya Aze. İkide bir dilini çıkarmaya başladı. Bir de çok güldüğümüz ve şaşırdığımız şey iki ayağını sıklıkla içten dışarı doğru, tam daire olacak şekilde çevirip duruyor. Bizi gayet iyi tanıyor. Benim aylardır dört gözle beklediğim, başkasındayken bana gelsin isteği şimdilik gözlerle talep etmek şeklinde başladı sayılır :) Dışarıyı çok seviyor. Dışarıda olsun da, hiç yemek yemeden bile durabilir haspam :) 


Gitgide tatlılaşıyor. Gitgide taşımak daha da zorlaşıyor. 
Devamını Oku »

23 Aralık 2010 Perşembe

Anneyiz.biz - Göçmen Bakıcılar...

anneyiz.biz sitesinde bir yazı yayınlandı. kadın göçmen ev işçilerinin “hemen pasaportuna el koyun” , yabancı yatılı yardımcılara “maksimum 500 lira” ödeyin, "ilk 3 ay maaşının yüzde 20’sine el koyun", "ülkemizde işsizlik varken başka ülkelere kaçan milli sermayemize kısmen engel olun" gibi ayrımcı, karşısındakini köle sayan ifadeler bulunduran bir yazı yayınlandı. 

sadece bu site ve bu yazıyı yazan kişi değil maalesef böyle düşünen. o kadar çoklar ki... 

söz konusu yazıyı yazan ve benzer düşünen anneler-babalar ile sözlükteki ve hayatın bilumum yerindeki benzer fikirdeki insanların feci kapitalizm zehirlenmesi yaşayıp insanlık-vicdan kaybı yaşadıklarını düşünüyorum. o kadar ki kendilerinin sahipleri patronların bile bu denli şuursuz olmayacağını düşünüyorum. sabancılar, koçlar, kocabıyıklar, kurumsal şirketlere sahip kocabaşlar, en değerli işlerini yaptırdıklarına iyi bakarlar mesela. iyi maaş verirler, iyi sosyal haklar verirler, epey çalıştırırlar ama mutlu da ederler ki önemli işleri iyi görülsün, çalışanları kendilerine bağlı olsun, verim artsın. 

apara depdere bu insanlar ise ortalama insanlardan 3 kuruş fazla maaş alınca, hayatlarında belki de ilk ve son kez yanlarında insan çalıştıracak pozisyona geldiklerinde, belki de ilk ve son kez patron olduklarında bugüne kadar kendilerine yaşatılan tüm işçi-işveren rezilliklerinin bin beterini yanında çalışana yaşatmaya yemin ediyorlar. daha paragöz, daha sert, daha üstten, daha patron davranmaya kasıyorlar. 

bu kadar şikayetçilerse, "çocuğu, pasaportu, değerli malları alıp kaçıyorlarsa", "ya zam yap ya giderim" diye tehdit ediyorlarsa, " 'bunlara' hiç güven olmuyorsa", niye hala onlara çocuklarını emanet ediyorlar da güvenilir, deneyimli, türk bebek bakıcılarına, çocuk gelişimcilerine emanet etmiyorlar çocuklarını cevap çok zor değil. çünkü bu çok başarılı! kapitalistcikler mümkün mertebe az para verip, mümkün mertebe çok iş yaptırıp -çocuk baktırıp, yemek yaptırıp, temizlik, ütü yaptırıp- , yedikleri yemeğe, içtikleri içeceklere bile laf edip en şahane en başarılı kapitalist patron olacaklar dünya gözüyle oluvermişlerken. hem değerli paralarını koruyacaklar, hem de bir sürü iş yaptıracaklar. 

öyyyle çelişkili hayatları var ki bütününde, bunca abuk önlem almaya gerek duyacakları kadar güvenmedikleri hatta kesinlikle güvenilmez buldukları insanlara canlarının parçasını emanet edebiliyorlar. ne "güvenmediğim 'el'e çocuğumu bırakacağıma işimi bırakır çocuğuma bakarım." diyebilecek kadar gözükaralar ne de "daha çok veririm, çocuğumu güvendiğim profesyonele bırakırım." diyecek kadar gönlü ve eli genişler. irkçılıklarından, faşizmlerinden bahsetmeyeyse hacet yok. kimi zaman bilinçli kimi zaman bilinçsiz..

genelde bunlara laf anlatmaya ya da sinirlenmeye gerek bile yok. o kadar belalarını bulmuş durumdalar ki, tatminsizlikleriyle, iki ara bir dere halleriyle, robot çocuk, robot koca, proje hayatlarıyla, daha çok daha çok para kazanmak, onu da yapmak, bunu da yapmak, herkese mutlu gözükmek çabasıyla zaten o kadar yorgun ve mutsuzlar ki, kendi cezalarını kendilerini vermiş durumdalar zaten.

şu yazı çok güzel. belki dipte köşede kalmış azıcık vicdanlara ses eder: 

"...bir yandan çalışıyor, kuruşunu ziyan etmemeye uğraşarak ülkelerine para yolluyorlar. yokluklarının, kendi çocuklarından ayrı yaşamalarının bir anlamı olacaksa, bu parayla olacak çünkü… kimilerinin diplomaları oluyor, evlerinde yüklükte iki çarşaf arası bıraktıkları; buralarda, oralarda yasal kalış sürelerini aştıklarında kanun kaçakları gibi geziyorlar pazarlarda. yakalanmaları, çocuklarının üç yaşını, ilk dişi, ilk kavgayı göremeyişlerini iyice beyhudeleştirecek çünkü. televizyon ekranına gözlerini kilitleyip reklamlarda geçen çocuk yüzlerinde kendi çocuklarını düşünüyorlar. "

http://www.radikal.com.tr/...22.12.2010&categoryid=41


Devamını Oku »

Emzirme Reformu Sobelemesi

Ya mimi dağıtmayı unutmuşum ben:
Henüz doğurmadı ama sevgili Duygu,  Başak, Deniz sobelenmiş olsun madem :)
Devamını Oku »

Emzirme Reformu Sobesi


(1)  Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı sizce yüzde kaç? (*)
1.3 olduğunu yeni öğrendim. Çok üzüldüm.
(2) Siz bebeğinizi ne kadar süre anne sütü ile beslediniz?
Kızım 4.5 aylık, hala anne sütü ile devam ediyoruz. 
(3) Kaç ay doğum izni kullandınız?
Çalışmıyorum hamileliğimden beri.
(4) Yasal süt izninizi kullanabildiniz mi?
Çalışmıyorum
(5) Emzirdiğiniz ya da süt iznini kullandığınız için iş yerinde mobbing (tepki, işi bırakmanız için baskı) ile karşılaştınız mı?
Çalışmıyorum
(6) Bebeğinizi toplum içinde, dışarıda emzirmeniz gerektiğinde sıkıntı yaşadınız mı?
Evet, dünya emzirenler yok sayılarak organize edilmiş. Tıpkı engelliler gibi.
(7) Emzirme konusunda desteğe ihtiyacınız oldu mu? Gerek emzirme danışmanlığı, gerekse psikolojik olarak yeterince destek bulabildiniz mi?
Emzirme danışmanlığı aldım. Çok çaba harcayarak,çok araştırarak, kendi imkanlarımla. Yol gösterici bir kurum, kuruluş yok.
(8) Emzirdiğiniz süre boyunca etraftan “sütün yetmiyor, mama ver, bu çocuk meme emmek için çok büyük” şeklinde baskı gördünüz mü?
Evet.
(9) Emzirme Reformu’nu biliyor musunuz? Sizce Emzirme Reformu neden gerekli?
Biliyorum, destekliyorum. Bebekler sağlıklı büyüyebilsinler diye. En az 6 ay sadece anne sütü içebilsinler ki hayata güçlü başlasınlar diye. 
(10) Emzirme Reformu’nu web sitesinde desteklediniz mi? Destek olmak için www.emzirmereformu.com adresindeki formu doldurmanız yeterli.
Evet destekledim. Biraz mantığı, aklı, kalbi olan herkesin de destekleyeceğini düşünüyorum.
Devamını Oku »

21 Aralık 2010 Salı

Cinnet Anaların Ayağının Altındadır!

Bu yazı bir 6 ay iç dökümüdür. Yazıda bütünlük, devamlılık, mantık arayanın zerre aklı yoktur. “Özet geç lan” diyecekler için özet başlıktadır. Ben olsam bilmiyorum bu kadar uzun ve plansızca iç dökümü olan bir yazıyı okur muydum (okurdun la sen, evet evet okurdum.)


Ta hamilelikten başladı. Hiç doğurmayanlar, ne yaşadığını tahmin edemediğinden dertlerini önemsemiyor, doğurmuş olanlar ise en zorlu durum kesinlikle kendilerinin yaşadığı durum olduğu için senin sıkıntılarını küçümsüyor ve böylece anne adayının en çok duyduğu laf “Geçer”, “O kadar önemli değil”, “Seninki de dert mi, ben hamileyken/doğurduğumda...”, “Ya abartıyorsun ama sen biraz...” , “Daha dur seen bunlar iyi günlerin...”, “Çok şikayet ediyorsun.
Oysa ben kolay kolay dert yanmam. Nereden bileyim. “Naber, nasıl gidiyor hamilelik?” sorusunu, içten, gerçekten ne halde olduğunu bilmek için sorduklarını sanmıştım. Ve bu yüzden nasıl gittiğini cevaplıyordum: “Midem bulanıyor”, “Kalçam çok ağrıyor”, “Ay nefes alamıyorum.”, “Çok sıkıldım.”... Var olan durumu söylüyordum ben sadece, ama karşımdaki yukarıda saydıklarımı söylüyordu. İyi ama ben şikayetlenek, dert yanmak için söylemiyordum ki bunları???

Hele “Daha dur sen...”cileri hiç anlamadım hala da anlamıyorum arkadaş. Hamilelikte başladılar hala devam ediyorlar:

İlk üç ay mide bulantısından ölürken: Daha dur, karnın büyüsün sen o zaman görücen sıkıntıyı...
Son üç ay ağırlıktan, kemik ağrısından, sıcaktan ölürken: Daha dur bunlar iyi günlerin bebek bir doğsun o zaman gör sen...
Bebek doğar: Daha dur, bir dişi çıksın...
Bir katı yemeye başlasın,
Bir ayaklansın,
Bir konuşmaya başlasın,

Yeter be arkadaş. Felaket tellalı mısın? Mutsuzluk sevici misin? Karşındakinin sıkıntısından mı besleniyorsun, derdin ne anlamıyorum ki.

Devam edelim. Hamilelik zamanı acayip bir dönem olsa da, hormonlar, karında bir canlı, acayip haller falan, bebek doğduktan sonra anne için çok çok daha acayip bir dönem başlıyor. Hormonlar hala aynı başıbozuklukla devam ederken, regl olmuyor olmak, süt üretiyor olmak, hiç bilmediğin bir şeyi öğreniyor, alışmaya çalışıyor, deneyimliyor olmak vsnin yarattığı stres, minicik bir canlıyı hayatta tutmaya, sağlıklı kılmaya, doyurmaya çalışıyor olmak, Cinsel hayatının dengesizleşmesi, eşle yeni bir denge tutturmaya çalışmak vs derken anne adayı cinnetin sınırlarında dolaşmaya başlıyor. Ha bazıları daha az bazıları daha çok. Bazılarının yanında annesi, akrabası vs oluyor ve bunlar hyatı çok kolaylaştırıyor, bazılarının ise anne vsnin olması ve sürekli müdahale etmesi işi daha beterleştiriyor. Kimisi bebeğinin ve kendinin her ihtiyacını anında karşılıyor kimisi ise doktor parasını bile kırk kere düşündüğünden daha da strese giriyor. Kimisinin yanında çalışan yardımcısı, bakıcısı oluyor, altında arabayla her daraldığında stres atmaya dışarı çıkabiliyor, kimisinin eşi bile iş güç vsden günün çoğunda yanında olamıyor. Kimisi yapı olarak evde kalmaya, çocuk bakmaya, anne olmaya çok müsait kimisi için ise 3 gün evde kalmak ölüm olduğundan aylardır evde bebek bakıyor olmak kafayı yedirtiyor.

İşte burada mühim olan şu oluyor ki, karşındaki empati yoksunları için tüm bu ayrıntıların Hiçbir önemi olmuyor ve onların için sen: AMA ÇOK ABARTIYORSUN. Onlar da çocuk büyütmüşler hem de kesinlikle DAHA yaramaz, DAHA çok yiyen, DAHA çok ağlayan, DAHA az uyuyan bir çocuk büyütmüşler ama onlar hiç şikayet etmemiş ve şahane başarmışlar o işi. Sen bir hiçsin, beceriksizsin, bir de üstüne üstlük utanmadan hala konuşuyorsun.

Herkes her şeyi şahane bildiği için te doğumla birlikte başlıyor hayatın dış çemberinin sinsi sinsi hayatı zehretme girişimleri. Hastanede: “O tulum ince değil mi, hırka mı giydirsen?” diye başlıyor mesela. “Süt ver, anne sütü ver, anne sütü ver , anne sütü ver...” şeklinde çocuk bir yaşına kadar hiç bitmeyecek olanı ile devam ediyor. Benim memeler büyük, Aze'nin ağzı küçücük dakka bir gol bir emzirme sıkıntısı yaşadık. Hastanedeki hemşireler de sağolsun çok ısrarla öğretmediklerinden, ben her boku şahane öğrenmiş, çalışmış, hazırlanmış ama emzirmenin hiçbir sıkıntısını bilmeyip, “memeyi sokacam ağzına olacak bitecek, en az 1.5 yıl da emziririm ben” düzlüğünde olduğumdan “ya bir dakika olmadı bu, öğretin bize” demedim. Onların yerine hayatımıza giren herkes bir şeyler öğretmeye kalktı. Eve gider gitmez annem “doymuyor bu çocuk mama verin” demeye başladı, kaynanam, arkadaşlarım, komşular, hastanede beraber yanyana beklemekten başka bir hukukumuz olmayan kadına kadar devam etti. Bir o kadar kişi de tersinden, “Mamaya sakın başlamayın, 15 dakikada bir emzir ki öğrensin” şeklinde bir koro icra etti. Benim meme uçlarım paramparça oldu. Sütüme kan karıştı sıklıkla. Sağma makinasından, göğüs kalkanına, silikon uçtan, bilumum kreme kullanmadığımız şey kalmadı.

Herkes bebeğin doyması, anne sütü alması, mama alması, üşümesi, terlemesi... derdindeyken, kimse beni düşünmedi. Kimse “Ya moralin nasıl, gel on dakika boş ver, gerekirse emzirmeyi tümden boşver, kafayı yiyeceksin, mutsuz ve mutsuz eden olacağına mama ver ama mutlu olun ailecek. Sonra sakin kafayla çabalarsın.” demedi. Karnımı doyurmamı söyleyen bile “Bebeğe süt olsun” diye söyledi. Tam iki ay bebeğimi görür görmez gerildim a dostlar. Şimdi acıkacak ve hem bana işkence etmeye başlayacak hem de doymayacağı için ağlayacak diye. Tam iki ay o özlemle beklediğim bebeğimle hayalimdeki mutluluğu, huzuru yaşayamadım. Ne zamanki kilo veriyor diye mama başladık, o zaman nefes aldım, o zaman bebeğimle gerilmeden mutlu anlar yaşamaya başladım. Dedim ya, onca zaman içinde de bana moral olmak bir yana “Ohooo bu da sıkıntı mı?”larla karşılandım. Paso baskı yaşadım. Ne zaman ki o stresi attım, mama sayısını azalta azalta sırf anne sütüyle beslemeye başladım kızımı. Emme işini beceremedik belki ama sağma makinasıyla yakın temas halinde her öğününü çıkarmaya başladım kızımın.

3 saatte bir sağ ki süt azalmasın ve Aze'nin her öğünü tam olsun, bebeği emzirirken ki sıcak duygu yerine plastik aletle gün içinde toplam neredeyse 4 saat vakit geçir, Doğum esnasında kuyruk sokumunda çıkık olsun doğru dürüst oturama, belinde incinme olsun geceleri yatama, sen her sorana – sormayana “olllley sütüm 20 cc arttı.”, “ollley Aze aralıksız şu kadar uyudu.” derken, senle bir doğuran yakın arkadaşların abuk “nazar değer” inancıyla “eee sütüm mü, şey, yok ya benim sütüm az.” deyip dolaplarda süt depolasın, tüm gece uyuyan bebekleri için “ayhh 6 kez uyanıyor geceleri.” desin ve sen algılayama bütün bu rol yapma sürecini. Kimse niye her sarılana niye ağladığını çözemesin, yorgunluktan, mutsuzluktan kapıdan bile çıkmak isteme. Kapıdan çıkmak istemedikçe daha da derin depresyona gir, eve gelen olursa geliyor diye sinirlen, gelmeyene gelmiyor diye sinirlen... Telefonda ya da yüz yüze sorulan nasılsın sorusuna "galiba deliricem, galiba feci depresyondayım." cevabına, her yüz yüze gelindiğinde "Yok yok iyisin, şahane görünüyorsun." mu denir? Sana niye yalan söyleyeyim ayol? Delirtmeyin insanııııııııııı. Ve işte daha delice onbinyüzmilyon şey.

Emzirmeden bebeği yıkamaya bebeğe dair herşeyle ilgili herkes çok bilip çok kendinden emin konuştukça, “O öyle olmaz yanlış yapıyorsun.” dendikçe ben daha kendime güvensiz olup daha beceriksiz hissettim kendimi. Öyle hissettikçe herkese öfkem arttı, öfkem arttıkça elim ayağıma daha çok dolandı. Yapmam gerekenler, yapmak istediklerim, Olması gerekenler, olmasını istediklerim her şey o kadar birbirine karıştı ki, hormonlar ve yeni hayat tarzının zorlukları hepsi birleşip kronik bir manyak yarattılar bende. 40 gün saydım hormonlar dinecek, hayat yeniden güzelleşecek diye. 40 çıkınca lohusalık biter, bu haller de biter dediler çünkü.

Yok. Bitmedi. Bitmeyince ben kendimi suçlamaya başladım, herkes de yardım etti: “Yok artık lohusa da geçti daha tafran kime, artistliğin kime??”. Evet Loğusa da geçmişti, ben niye hala böyle dengesiz, stresli, ağlamaklı idim?? Neden göğsüm dolduğunda Aze ya da sağma makinası göğsüme değer değmez ağlamaya başlıyordum?? Kimse demedi ki “Makina mı la bu çat diye kesilsin? Regl olmuyorsun, süt üretmeye devam ediyorsun, hormonlar hala alt üst normal değil mi?” yok, çevremde bunu diyen olmadığı gibi tam tersi abarttığım, artık bitmesi gerektiği söylendi. Haftalar, aylar geçti, dayanamadım, emziren anneler mail grubuna sordum mail atarak: “Ben manyak mıyım?? Bende bir tuhaflık mı var? Bir tek ben miyim doğumdan sonra bu kadar zaman geçmesine rağmen hormonal dengesizliklerden, depresyondan, stresten muzdarip?”

Neyse ki çok anne varmış bunu yaşayan. Neyse ki çok doğalmış. Neyse ki ben suçlu-şımarık-kaprisli-abartan-tuhaf olan değilmişim. Ama sen gel bunu -üstelik kendi de yaşadığı için anlaması gerekirken- “aaa bu ne ki”ci başta annem olmak üzere çevremdeki annelere anlat. Esra Sert bu tür annelere dair o kadar güzel yazmış ki şu linkte: http://www.ayseninikizleri.com/BlogDetay.aspx?BlogID=95

Üzerine bıraksalar 5 sayfa daha yazarım çünkü şu son 6 ayda o kadar çektim ki eş dost empatisizliğinden o kadar olur. Ama yazmayacağım çünkü çok acıtıyor. İyi gün dostum çokmuş onu anladım. Hormonlardan dolayı kırdığım, küstüğüm, kırıldığım, sert çıktığım çok eş dost arkadaş oldu. Bazen haklı olduğum bazen haksız. İki durumda da “Kötü dönemden geçiyor, şimdi idare etmeyip ne zaman idare edeceğim.” diyenler canım ciğerim oldu, demeyip arkasını dönenlerin ise “Canları sağolsun.”

Blogcu Anne bugünkü yazısında ben ve benim gibi bir sürü annenin dermanını yazmış aslında. İşin kötü yanı şu ki insan böyle açıktan istemeden süngeri olan insanları olsun istiyor. Hem senin anlattıkları emip çekmesi açısından istiyor süngerliği hem de sert çıkıp kafa attığında kaya olup can acıtmayıp, sünger olup yumuşatsın darbeyi diye. Böyle kötü zamanlarda anlıyor ne kadar az gerçek dostu var ve var olan dostlarının da ne kadar azı sünger özelliğine sahip.

Ben ruh halimi pek göstermem. Dışardan bakıldığında genelde bana bakan yüzde 90 gülümseyen bir surat görür. Benim gibi insanların olması ihtimalini de göze alarak tavsiyeme uyun derim: Bir 5-6 ay önce doğurmuşa bulaşmayın. Yirmi çocuk doğurmuş bir anne bile olsanız annelik öğretmeye kalkmayın. Ayların dolmuşluğuyla kıyılarında gezindiği cinnetle saniye düşünmeden doğranabilirsiniz demedi demeyin. İyilik edecekseniz bir börek yapın, yanına içecek bir şey verin, oturun da bol bol dinleyin. Elif Anne'nin dediği gibi, çözüm isteyen yok sizden korkmayın. Sadece dinleyin ve dinleyin.  
Devamını Oku »

19 Aralık 2010 Pazar

An be An Aze Çınar 2

Sarılıyor, 
Saçımı çekiyor,
Kafasını boynuma gömüyor,
Emziğini ağzından çekiyor, bir elinden diğerine geçiriyor, geri koyuyor ağzına. 
Uykusu gelince sinyal verir gibi eliyle gözünü kapatıyor hemen. Ovuşturur gibi değil, "Oy bunu da mı görecektim." der gibi.
Daha sonra detayını anlatacağım; kendi kendine yatmayı öğreniyor ufak ufak. 
Oyun halısındaki aynaya bakarken aynada beni gördüğünde arkasında olduğumu anlayıp geri dönüp bana bakıyor hemen.





Devamını Oku »

16 Aralık 2010 Perşembe

An be An Aze Çınar

Bu sabah ilk kez sarıldı bana. Ve bu öğlen ilk kez el ele uyuduk.
Bunlar da Aze'ye oyuncak bebek muamelesi yaptığımızın kanıtları:




Devamını Oku »

15 Aralık 2010 Çarşamba

Benim kızımın dünyasında artık böyle linçler olmaması dileğiyle

< Uçurtmam Tellere Takıldı from ümit kıvanç on Vimeo.


Göğsüm daralıyor, yüreğim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle...
Devamını Oku »

14 Aralık 2010 Salı

Aze ben seni yerim...

Uykundan erken uyandığında "viyyeeaa, hiyyiiiiioooo" şeklinde beni çağırman, ben geldiğimde eller kollar aşağı yukarı bir nevi yatay zıplama hareketleri sergilemen ve yine bilumum ses çıkarırken "eee eeee eeee" demeye başlamamla durgunlaşıp, sakinleşip, elini başına götürüp gözünü kapayarak yeniden uykuya dalma işlemini başlatman, o arada ben emziğini ağzına koymak üzereyken iki elinle elimi yakalayıp bırakmaman, açık olan gözünü gözümün taa içine dikmen, 
ya saniyeler içinde uykuya dalman, ellerinin gevşemesi, gözlerinin kapanması
ya da uyuyamayıp, sinirlenip, içli, sinirli ve yüksek perdeden ağlamaya başlaman, kucağıma alıp ya emzirerek ya biberonla sakinleştirmemden sonra uyuman  tüm bu süreç o kadar güzel ki... Ağlaman bile o kadar özgün ve güzel ki bazen geciktiriyorum seni susturmayı. 


Ağlaması ayrı alem, çapkın gülüşü ayrı alem kumru kızım ben seni yerim. 
Devamını Oku »

13 Aralık 2010 Pazartesi

Aze Çınar'a mektuplar... 1

13 Aralık 2009, Aze 5 mm.lik nokta

Tam bir sene oldu senden haber alalı. Burada anlatmıştım ilk nasıl senin varlığını öğrendiğimzi, öncesini, sonrasını. Rüya gibi. Tam 1 sene olmuş. Bir yandan daha dün gibi bir yandan sanki yüzyıllar geçmiş gibi. Hamileyken sanki doğduğumdan beri hamileymişim gibi hissediyordum şimdiyse sanki hiç hamile olmamışım da hepsi 10 dakikalık rüyaymış gibi.

Epi topu 1 yıl geçti senin geleceğini öğrendiğimden beri ama o bir yılda hem hayat değişti tümden hem ben değiştim kökten. Ne ben bir sene önceki insanım ne dünya bir sene önceki gibi dönüyor. Hayatıma inanılmaz güzellikler kattın, bununla da yetinmeyip hayatıma gelişinle karşılaştığım sıkıntılarla başetme gücü, motivasyonu verdin. Hayatıma çok güzel insanlar kattın, güzelliğinin kıymetini tam bilemediğim insanları farkettirdin, değerinden fazla değer verdiklerimi gösterdin. Çok mutlu ettin, mutsuzluklarımı bir gülüşünle yok ettin. Çok yordun, çok yorgunluk aldın. Doğdun, büyüdün, cıvıldamaya, kıkırdamaya, kendince konuşmaya başladın. Büyüttün, güldürdün, ağlattın, olgunlaştırdın.

13 Aralık 2010 Aze 64 cm
Tam bir sene oldu testte iki çizgi göreli. Neler olacağını hayal bile edemezdim. Bir yılda en fazla 64 cm.i bulan minicik halinle dünyayı hem iyi hem kötü anlamda bambaşka hale getirdin. 3 günlük sıkıntıya bile katlanamayan benden başka bir insan çıkardın.

İyi ki dünyaya gelmeye karar verdin güzel kızım. Yaşadığım tüm sıkıntılara rağmen, yine olsa yine doğmana karar verirdim. Seni o kadar seviyorum ki...
Devamını Oku »

10 Aralık 2010 Cuma

4. Ay

Bir şeyler oldu, bir şeyler yine yasaklandı, bunun sonunda bizim siteye ulaşılamadı baya bir süredir. Meğer www.deryaze.com yönlendirmesini en baştan kaldırsak hiç sorun kalmayacakmış ama eşek Loststone bunu daha yeni söyledi sağolsun. Vakit bulursa o yönlendirmeyle çalışmasını da sağlayacak bir ara. 
Bu kadar süredir yazacak çok şey birikti tabi. Yazmadığım için unuttuklarım da cabası. Artık geriye ne kaldıysa... 




Evet Aze'm Çınar'ım 4. ayını doldurdu. Boyu daha da uzadı, tombiş tombiş bir şey oldu. Öyle güzel, öyle çapkın, cilveli gülüyor ki anlatamam. 3-4 kez gerçek kahkaha attı, onlarca kez de kahkaha sandığı öksürüklü sahte kahkahalarından. İlk şehir dışı yolculuğunu yaptı. İlk nezlesini oldu. Belini, poposunu kaldırmaya başladı. El kullanımı gitgide artıyor. Biberonu direk tanıyor ve hamle yapıyor gördüğünde. Az önce ağzındaki biberonu çekip diğer biberona uzanmışken vermek için, eliyle kulağıma asıldı biberonu çekmeyeyim diye inanamazsınız. Erkekleri, erkekler içindeyse bıyıklı erkekleri daha çok seviyor. Ama istisnasız herkese gülüyor. Deli yatmaya başladı. Annesinin ve babasının kızı... Az evvel gittiğimde yorganının yarısını altına almış yarısını savurmuş demezsin ki 4 aylık... 




Altınoluk'ta kuzeniyle tanıştı. Su Hatun pek hoş karşıladı kendisini. "Ajee, Ajee" diye dolandı. Minik kumru tüm gidiş geliş boyunca bizi hiç üzmedi sağolsun.  Çok daraldığında "eeee eee ee" diye kendini uyutmaya çalıştı, çoklukla da becerdi. Uyku düzeni yine değişti. Bir kaç gündür 21.00 civarı uyuyor. İlk rutininde gece yarısı anca geçiyordu gece uykusuna. 21.00 sanki daha iyiymiş gibi görünse de, erken yatıp erken kalkmasındansa, geç yatıp geç kalkmasını tercih ederdim gece kuşu, sabah uykusu sevdalısı bir anne olarak. Ama maalesef annelik puştluktan azade olmayı gerektirdiğinden "dur uyuma gece yarısını bekle." diyemiyorum :(


Genel olarak iyiyiz. Ben de koksigodini çıktı. 4 aydır yaşadığım ağrılar bu sebeptenmiş. Aze Hanımın dışarıya çıkarken el, ayak artık allah ne verdiyse takmasıyla oluşmuş. Hakkında ayrı bir yazı yazacağım. 
Şu aralar bizim hayat pek çetrefilli. Köklü kararlar verme, plan yapma, gelecek belirleme zamanları. 3 vakte kadar her bir şeyler değişebilir.. Değişmeyen tek şey şu aralar bizim için, tüm değişimlerin Aze Çınar odaklı gelişmesi. Ki Aze Çınar tam en şeker, en sevilecek zamanlara gelmişken en can sıkıcı kararlar ve gelişmeler bile bizi en fazla birazcık somurtur diye düşünüyorum. 
Yazacak çok şey var. Bugün yarın işşşallah. 
Devamını Oku »

30 Kasım 2010 Salı

Çocuk sahibi olmak....

Şöyle bir diyaloğu yapabilmek demekmiş:


Mekan bir türkü bar, sahnede arkadaş söylüyor, Savaş da bana bakarak söylüyor: 


"Elin elimde olsun kapı kapı dilenek..." 


sonrası: 


Derya: Yok la, ne dilenecez. Kötü bu türkünün burası. 
Savaş: Yani elin elimde olsun bunu bile yaparım diyor. 
Derya: Tamam da aşk niye aşağı bir şeyi yaptırsın? "Elin elimde olsun açlıktan ölek" dese kabulüm ama dilenmek işi saçma. Dilenmem. Sen de dilenmezsin. Açlıktan ölürüz biz. 
Savaş: Peki şartlar öyle olsa, gerekse, Aze için dilenir misin? 
Derya: (5 saniye düşünüp) Dilenirim. (3 saniye daha düşünüp) Çalarım da!
Savaş: Ben de. 


Bilmiyorum bu iyi bir şey mi? Ama çocuk sahibi olmanın bizde yarattığı bir şeymiş işte. 
Devamını Oku »

26 Kasım 2010 Cuma

Neye niyet...

Tam annem burada çok yazmayı planlıyorum derken hasta olduk biz. Aze bir yandan hapşurup duruyor ben diğer yandan.Burnumuz akıyor, gözlerimiz yaşarıyor, boğazımız acıyor... Aze Çınar'ın gözleri iyice küçücük olup bana benzedi. Benim gözlerim ise artık benim gözlerime benzemiyor. Daha da küçülemeyeceği için yok oldu zira. Doktoru Aze'ye peditus şurup ve gözleri için damla verdi. Burnunu açmak için de serum fizyolojik kullanıyoruz. Bilumum ilaç süte geçtiğinden ben de onun şurubundan otlanıyorum. Bizim obur dana verdiğimiz hiçbir tada hayır demez diye düşünüyorduk bugüne kadarki ilaç vs deneyimlerimizden ama öyle değilmiş. Portakallı Peditustan hazzetmedi pek.
Hal böyle olunca 5 gündür sadece 1 kez banyo yaptı minik kumru. Kaç gündür yeni sesler çıkarmayı da öğrendiğinden öyle yaratıcı inliyor ve ağlamaya benzer sesler çıkarıyor inanamazsınız. Bir de o kadar içli bakıyor ki... Dün Savaş evdeydi hem bugünki sınavına çalışmak hem de bize bakmak için. Annem de bizimle ama o da rahatsız olduğundan mümkün mertebe ona iş bırakmamaya çabalıyorum. O da sağolsun hasta değilmiş gibi koşturup duruyor.
Nereden geldi bu hastalık diye düşünürken yakaladım kendimi. Sanki tüm bayramı sokaklarda geçirmemişiz gibi. Sanırım artık geçme üzere. Kumrum sabah burnu açık ve güleryüzlü uyandı. Gerçi her sabah gülerek uyanıyor ama bir kaç gündür içli ve halsizdi gülmeleri. İkimizin birden hastalanması iyi bir şey. Annenin yarattığı antikorlar sütle bebeye geçtiğinden iyileşmesi hızlanıyormuş. Anne hasta değilse bile bir şekilde kendine bulaştırmaya çalışmalıymış.
On gün öncesinden 4. Ay kontrolüne de gittik. Boyu, kilosu akranlarına tamamen yetişmiş durumda. Sınırda bile değil. Gayet olması gereken aralıkta. Nezle dışında bir sıkıntısı da yok.

Tutma ve çekme işlerinde ustalaştı. Dün annanenin küpesini yakalayıp epey çekiştirmiş mesela. Benim ya da Savaş'ın yanaklarını, dudaklarını yakalıyor kucağımızda sallarken. Demin dediğim gibi çıkardığı sesler de epey arttı. Bazen o sesleri dinleyeceğiz diye durup beklediğimizden ve hemen ilgilenmediğimizden kıyamet kopuyor. Yüzüstü yatmaktan hiç hoşlanmıyor. Dönmeyi de henüz yapamadı. Bol bol yüzüstü bırakmamız gerekiyor anlaşılan.

Dün bize Fulya geldi. Üstelik hazırladığı kısır ve patates salatasıyla. Çay, kurabiye eklenince süper bir öğlen çay saati oldu. Önceki gün de büyük annaneye gittik. Bir önceki yayınladığım "Dayıya kahkaha" videosu oradan. Pek eğlendi yumurcak.


Pazar günü kardeşimiz Sinan'ın düğünü var. Bugün de var aslında. Şöyle ki; gelinimiz Özlem Antalya Manavgat'ta yaşıyor. Bugün Antalya'da kına/düğün bir şey olacak, pazar da burada. Biz Aze Çınar'ın kulağındaki olası rahatsızlık sebebiyle uçağa binmemiz sıkıntı yaratabileceğinden gitmedik. Umuyoruz ki pazara kadar bari tüm hastalığı atlatalım.
Sinan ve Özlem'e de ilk olarak buradan ömür boyu huzurlu, acısız, mutlu günler diliyoruz.
Devamını Oku »

25 Kasım 2010 Perşembe

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Dayanışma Günü

Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Dayanışma Günü. Aşağıdaki metin, 25 Kasım 2010 Kadın Platformu'nun bugünki basın açıklamasına davet metni. Hemen alttaki link ise Amerika'da yapılmış bir deneyin görüntüleri. İnsanların kendi rahatları için nasıl hassaslarken, bir kadının şiddete uğramasına bir o kadar duyarsız olduklarını gösteren...
Videonun direk linkini bulamadığım için facebook linkini veriyorum.
Kadınların şiddete uğramadığı, ikinci sınıf sayılmadığı bir dünya dileğiyle...

http://www.facebook.com/video/video.php?v=417313614003&comments


"25 kasım perşembe akşamı saat 19.00’da taksim tünel’de tek pankart arkasında, erkek ve erkek devlet şiddetine karşı isyanımızı bir kez daha birlikte haykırmak için buluşuyoruz. beraber taksim tramvay durağına yürüyoruz ve kürtçe, türkçe basın açıklamamızı okuyoruz.

yürüyüş boyunca ortak tek bir pankart ve imzasız mor bayrak ve feminalar taşıyacağız, rengarenk dövizlerimiz ve mor flamalarımızla şiddete karşı kadın dayanışmamızı haykıracağız.??her yıl olduğu gibi bu yıl da feminist gruplar, kadın örgütleri, çeşitli dernekler, platformlar ve partilerden kadınlar hep beraber şiddete karşı sesimizi yükselteceğiz.?

tüm kadınların katılımını bekliyoruz.

yer ve zaman: saat 19.00’da tünel’de toplanıyoruz. taksim tramvay durağına yürüyoruz.

25 kasım 2010 kadın platformu

amargi, demokratik özgür kadın hareketi, disk kadın komisyonu, ev işçileri dayanışma derneği, imece, istanbul barış için kadın girişimi, kadın emeği kolektifi, sosyalist feminist kolektif, edp’li kadınlar, emep’li kadinlar, halkevci kadınlar, kadıköy akader'li kadinlar, kesk’li kadınlar, sosyalist partili kadınlar, tmmob ist. kadın koordinasyonu, ödp’li kadınlar"
Devamını Oku »

22 Kasım 2010 Pazartesi

Aze Çınar'dan Dayıya Kahkaha!!


İlk kez böyle kahkaha attı hanımefendi. Tarih 22.10.2010
Devamını Oku »

Bayram bayram...

Bayram içerik olarak pek bir şey ifade etmez bana tatil oluşundan başka. Bir de çocukluk anıları tabi. Tatil oluşu sayesinde koca bir hafta eskiye göre pek ev kuşu olan ben ve minik kuzu Aze dışarıya, insana doyduk resmen. Ta pazar günü başladık atraksiyonlara. Ben yüzmeye gittim sabahtan, babası, büyük dayısı ve Aze Şiirci'ye gittiler. Zira baba Savaş bayramda evde olmak için pazar çalıştı. Ben de havuzdan oraya geçtim. Şiirci sakin olduğundan Savo'yla bolca vakit geçirip Metrocity'e geçtik. Vedat ve sevgili Nihan'la birlikte. Orada Aylin de bize katıldı. Bu önümüzdeki pazar düğünümüz var bizim. Savo'nun en küçük erkek kardeşi evleniyor. Onun düğünü için elbise baktık. Gezindik, yemeğimizi yiyip, kahvemizi içtik. Artık kafeinsiz kahveyi daha çok seviyorum. Geç saatte eve döndük. Sanki Savaş hiç çalışmamış gibi oldu. Bizden az sonra da o geldi.

Salı gününün bayram olduğunu kapıyı çalan çocukların tebriğiyle hatırladık. İlk günü kızımın Yağmur Ablası, Ezgi Teyzesi geldiler ziyarete. Akşam ise kuzeni İdil Eylül, Barış ve Semra. İkinci gün esas yoğunluğumuz başladı. Sevgili arkadaşlarımız Ümit ve Betül geldiler Bergama'dan. Senede en az iki kez görüşürüz kendileriyle. Onlar gelir, biz gideriz, Burhaniye, Altınoluk, Ayvalık civarlarında buluşuruz... Yine de birbirimizi çok özleriz hep. Yine çok özlediğimiz bu ara kalkıp geldiler  ne mutlu ki. O günü gezerek geçirdik. Arada yine düğün için bana elbise baktıysak da, şu süt verme hadisesinin bana sağladığı şahane kilolar sebebiyle içime sinen şekilde bir elbise bulamadık.

Ertesi gün, süper bir masada süper muhabbetle rakıya doyduk. Rakıya doyup, alkole doyamayıp üzerine sıcak şaraplar bile götürdük. Tabi öncesinde süt sağdım, mamayı hazır ettim. Eskiden ben o masayı görsem kendi kendime "Vay arkadaş içki masasında bebek arabasının ne işi var? Nasıl bir anne süt vermemeyi tercih edip alkol alır?" derdim. Evet derdim bunu. Şimdi ki Derya o Derya'ya "Çok konuşma dümbük kendi işine bak." diyor :) Uzaktan her bir şey pek kolay gözüküyormuş gerçekten. Neyse ki içtiğimiz mekan evimiz sıcaklığında, rahat ettiğimiz, Aze'nin her ihtiyacını sağlayabilecek bir mekan ve neyse ki süt sağma makinaları ve mamalar var. Ve en büyük neyse ki artık içerilerde sigara içilmiyor. Böylece yukarıda bahsettiğim gibi şahane bir gece geçirmiş olduk. Akşam Vedat da katıldı aramıza.

Bir ertesi gün ise sabaha Beşiktaş'ta kahvaltıyla başladık.Sonrasında alışveriş, dolaşmaca... Beşiktaş'ta elbisemi de bulmuş oldum. Melek gibi bir insan çıktı karşımıza:

- Ya ben kısa istiyordum ama
- Keseriz istediğiniz kadar.
- Ama bunun göğsü şöyle olsaydı?
- Diktiririz?
- Biraz sade mi?
- Şu taşı ekleriz...

Resmen sıfırdan başka bir elbise hazır ettiler. Olabilecek en iyi seçeneği edinmiş olduk böylece. Sonrasında sahilde kahvemizi içtik ve bölündük :) Savo, Vedat ve Aze eve gittiler. Biz Ümit ve Betül Beşiktaş'ta kalıp elbiseyi bekledik. Yemeğimizi yedik ve eve döndük. Aze o ana dek 6 gün en ufak sorun çıkarmadan bizimle sürtüp dururken ve hatta bundan çok keyif alırken o gece biraz huysuzlandı. Gaz sancısı gibi geldi. Damlasını verip, emzirdikten sonra rahatladı kuzucum.

Cumartesi sabah yolcu ettik sevgili arkadaşlarımızı. Ama yine duramadık evde. Bu sefer de Savo ve Vedat'a elbise almaya çıktık. Erkeklerin işi daha kolay derler ama bizimkiler görüntülerine pek hassas olduklarından hiç de öyle olmadı. Biz Aze'yle mekanların keyfini çıkarıp, arada kıyafetlere yorum yapmakla yetindik. Sabahtan akşama o kadar dolanmamız neyse ki boşa gitmedi, tüm alışverişimiz tamamlandı. Evimizde döndük, evde bizi Aze'nin annannesi bekliyordu. Böylece Aze evimizin  DeryAze yalnızlığına direk dalmayıp geçiş sürecine geçmiş oldu.


Bu geçtiğimiz haftaya baktığımızda Aze Çınar gelişmeleri şöyle; Artık nesneleri baya baya tutup, çekiştiriyor. Eline alıp, sallıyor. Gözleriyle takip ediyor. Sesleri iyice duyup, sese doğru dönmeye başladı. bıbıbımmmm, agkuukuuu, bummmm, hiyyeeeee, gibi sesleri net çıkarmaya başladı. Biberonu görünce yemeğin geldiğini anlayıp heyecanını gösteriyor obur kuzu. Uykusu gelince, eliyle gözünü kapatıp kendi kendini uyutmaya çalışıyor. Çoğunlukla da başarıyor. Artık daha net kahkaha atmaya başladı. Ama sık sık da öksürerek kahkaha attığını sanmaya devam ediyor. Savaş'a göre ben o kadar çok ve farklı şekilde gülüp, kahkaha atıyorum ki çocuk da bana yetişmeye çalışıyor :) Bir öğününü 150 cc'ye çıkardık. Gece uyumadan önceki öğününde 180 cc veriyoruz. Daha çok versek daha çok yiyecek (Maşallah mı denir burada?) Kaka sayısı neredeyse günde 1'e düştü. O da sanki bütün günü biriktirip hepsini birden yapmış gibi, badisine, tulumuna geçecek kadar çok oluyor. Birazcık huysuzlukları arttı. Sebebini tam çözemedik. Ama sağlıksal bir sorun yok gibi. Yarın doktora kontrole gideceğiz. Bakalım kilomuz, boyumuz ne durumda.
Sol yumruğa dikkat!

Bayram boyunca özlemişim bloga yazmayı. Bebeğimin fotoğraflarını düzenlemeyi. Annem bir süre buralardayken daha sık yazmaya çalışacağım.
Devamını Oku »

16 Kasım 2010 Salı

Aze küçükken...

Dün Kasımpaşa'da yolda bir anne gördüm. Minicik bebeği omzunda karşıdan karşıya geçiyordu. Gülümsedim ve aklımdan şu cümle geçti: "Aze de küçükken kafasını tutamayıp böyle düşekalırdı omzumda..." Sonra kendime güldüm. Daha bir hafta önce Savaş'la dalga geçmiştim, "Aze küçükken bu tulumu çok giyiyordu." dediği için. Henüz 3 aylık bebeğin "küçükken"li cümlesi mi olur len" demiştim. Ama oluyormuş. O 3 ay öncenin iki katı boyutunda şu an. Başı, gözü, yüzü, bacakları, elleri her yeri daha kocaman. Davranışları, uykuları, bakışları, gülüşleri daha başka. Kimbilir bir 3 ay sonra da şu halinin iki katı olacak ve bize şu haller minicikmiş gibi kalacak aklımızda. O zaman bilmem de, şu zaman çok komik. 3,5 ayda bu kadar büyüyormuş insan. 


O değil de Aze küçükken çok küçükmüş :)
Devamını Oku »

12 Kasım 2010 Cuma

Children see. Children Do.



Sen kimsen çocuğun odur...
Devamını Oku »

11 Kasım 2010 Perşembe

Parmak Emmece

Bebeğin parmak emmesi benim için sıkıntı potansiyelli bir hadiseydi. Bu yüzden emme güdüsü arttığında hemen emzik verdik Aze'ye. Parmak emmesin de emzik istediği kadar emsin dedik. Hem emziği bırakması daha kolay hem parmak emmek parmağın şeklini bozabilir diye. Düne kadar da emzikle iyi geldik. O kadar bağımlılık geliştirmedi Aze emziğe. Günde bir iki kez emip, bir süre sonra da sıkılıp atıyordu emziği. Ancak dün maalesef parmak emmeye başladı minik sincap. 

Hem de nasıl emmek, cork cork sesleri tee mutfaktan duyuluyor. Öyle de bir şekil geliştirmiş ki baş parmak ağızda, diğer dört parmak gözlere doğru yüzü kapayacak şekilde... 

Fena halde komik. Dün denedim baya parmak ağza gittiğinde çekip emziği koymayı ama bir paradoks geliştirdik. Şöyle ki; Aze bizi görünce, öncesinde bir beş dakikadır görmüyor haldeyse otomatik olarak gülmeye başlıyor. O esnada emzik de atılıyor ağızdan ağız açık rahat gülmek için. E ben eli çıkarıp emziği koymaya çalıştığımda hatun paso gülüyor olduğundan emziği atıp durdu. Çok uykulu olduğu bir iki an emziği aldı. Bir kaç seferde ise emziği yana ittirip, hem emzik hem parmağı ağzına sokmayı başardı!! 

Yine son bir kaç gündür de eller epey kullanılmaya başlandı. En şahane kullanımı ise kucağımızdayken ya çenemizi ya yanağımızı, kulağımızı, boynumuzu vs okşaması. Dünyanın en şahane zevki!

Şurada da anneyi yanaktan yakalayıp çekiştirirken sanki öpecek gibi değil mi?


Devamını Oku »

4 Kasım 2010 Perşembe

Aze Çınar 3 Aylık

Bugün itibariyle kızımız 3 ayını doldurdu. Aylardır gün, hafta, ay sayar haldeydim. Hamilelikte önce ilk 3 ay bitsin diye dua ettim. Sonra sırasıyla 27. hafta, 32. hafta, 36. hafta ve 40. hafta. Bebek doğunca bu sayma işi bitecek sanıyordum bitmedi: Göbeği düşsün, kırkı çıksın, ikinci ay dolsun ve son olarak 3. ay bitsin. Sonunda bitti. Sonunda gün saymadan tadını çıkarabileceğim bir an gelecekmiş, geldi. Olası bir sürü tehlike potansiyeli barındıran günler sınırım 3. aymış meğer. Ve şu an kızım dünyada, iyi besleniyorken, sağlıklı, uykusu, hareketleri kıvamındayken, artık iletişim kurabiliyorken saymam bitecekmiş, bitti. 


3. Ay itibariyle kızımız bir sürü şeyi yapabiliyor artık. Başını çook uzun süre dik tutabiliyor. Eliyle bir şeyleri kavrayabiliyor, istemediğini itebiliyor, bol bol gülüyor, kahkahavari sesler çıkarabiliyor. Bilinçli "aaa" diyor. Konuşmaya çalışıyor. Aynada kendisine cilve yapıyor, babasını özlüyor, küsüp trip yapıyor (bu huy tamamen anneden alınmış), anne kucağındayken bacağını omzuma atmaya çalışıyor, boyu 60 cm, kilosu 5650'ye ulaştı. 


Birlikte ilk doğumgünümü kutladık. Acayip bir histi. Büyüdük de küçük bebek Arya'yı ziyarete gittik akran Devrim'le birlikte. Sonra ilk oyun halısını edindi Aze Çınar ve çok sevdi. Haşır huşur seslerden çok hoşlandı. Müzik çalan aparatlara bayıldı. Onları tutup çekmeye çalışsa da beceremeyip sinirlendi... Karşılıklı etkileşimleri süperdi anlayacağınız. 


Aze'nin hayatında tüm bunlar olurken ben de "daha mutlu anne, daha mutlu bebek" şiarıyla yüzmeye başladım bugün itibariyle. Daha önce bahsetmiştim şurda. Yüzmek benim içim acayip bir şey. Salt yarım saat yüzmek bile tüm moralimi tavan yaptırdı, acayip enerji sağladı. Yüzme sonrası bir dolu işi halledip, kilolarca ağırlığı eve kadar hiç zorlanmadan taşıdım hatta. Sabahtan beri de yüzümde gülümseme... Bundan sonra en az haftada bir yüzmeyi planlıyorum. Hem fiziksel hem ruhsal faydaları tartışılmaz. 


Ya işte böyle. Kızım biraz daha büyüdü. Daha da büyümek için süt istiyor an itibariyle. Görüşmek üzere.

Devamını Oku »

2 Kasım 2010 Salı

Bebek - Çocuk Kitapları Mimi

Mim diye bir şey var blog aleminde. Okuduğum bloglarda hep rast gelirdim. Bir blogcu herhangi bir konuda yazıyor, sonra o konuyla ilgili sorular soruyor ve seçtiği bir kaç blogcudan o soruları cevaplamasını ya da o konuda yazmasını istiyor. İstediği isimler bloglarında yazıyorlar ve yazının içinde başka blogculardan aynı şeyi istiyorlar. Böylece bir süre sonra o konu hakkında epey bir yazı yazılmış oluyor. Konuya mim deniyor, yazması istenen blogcular "mimlenmiş" oluyor. Blog hayatımda da ilk kez sevgili Blogcu Anne Elif tarafından mimlenmiş bulunuyorum, mutluyum :)


Mim konusu; Çocuk kitapları. Biz henüz Savaş'la bu konuya ağırlık vermeye başlamasak da kafamızdaki gelecek planlardan hareketle cevaplayayım soruları; 


1. Boncuğunuza kitap seçerken en önem verdiğiniz kriterler nelerdir?


Benim için de Savaş için de en önemli kriter hayal gücünü arttırma özelliğinin olması. Biri kitapçı diğeri deli kitap okuru olan iki ebeveyn olarak, zengin kitap dağarcığımız içinden mümkün mertebe gerçeküstü yanları ağır basan kitaplara ağırlık vereceğiz sanırım zaman ilerledikçe. Gerçek nasılsa hayatın her yerinde.  
Bunun dışında, abuk mesajlar vermemesi, çocuğun kafasında sınırlara, net yargılara sebebiyet vermeyecek içerikte olmasına dikkat edeceğiz. Aradığımız en önemli bir başka özellik ise soru sordurması olacaktır. 


2. Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?


Kesinlikle. Demin söylediğim, "yaratıcılık", "hayal gücü" kriteri, ilk olarak kapaktan anlaşılır bence. 


3. Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?


İşte en çok o didaktik tarz çocuğun kafasında yargılara, sınırlara sebep olur bence. O yüzden onayladığım bir tarz değil. 


4. Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı illüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz ya da tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?


Çocuğu irrite edici olmamalı. Anlatılan hikayenin iyi bir tasviri olmalı ki resimlerde çocuk anlatılanın görüntüye uyarlanmasını bizzat görsün, sözü, görüntüye aktarmayı öğrensin. 
Henüz hiç kitap almadım, hediye kitaplarımız var şimdilik. Ama hikayesi uyduruk olan süper grafikli bir kitabı alıp ona hikaye uydurabilirim. 


5. Çocuğunuzun şu anda en sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?


Aze'nin şu an 3 kitabı var zaten :) 
1- Sevgili Melisa'nın hediyesi olan Konuşan hayvanlar 
2- Sevgili Funda'nın hediyesi Yaz Masalları
3- Yine sevgili Funda'nın hediyesi Nazım Hikmet'in Sevdalı Bulut'u


6. Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öyle bir masal mı uydururdunuz?


Ütopik bir dünyayı anlatırdım herhalde. Otostopçunun Galaksi Rehberi ve Mülksüzlerin birleştirilmiş, çocuk kitabı versiyonunu.


Ben de sevgili Başak, Duygu ve yazmaya fırsat bulur mu bilmem ama daha bir haftalık anne Selin'i mimleyeyim :)
Devamını Oku »

30 Aralık 2010 Perşembe

Yeni yıl akıllı ol!

Hani her sene yeni kararlar alınır, dilekler dilenir ya çoğu şubata kadar unutulan... Benim bu yeni yıl için

Kararlarım;

  • Zaten hızla değişmekte olan bakış açımı daha da değiştireceğim.
  • Sadece düşünüp hayal etmekle kalmayıp, pratiğe de geçireceğim.
  • Vefasız insanlara şaşırmadığım gibi kimseden vefa beklemeyeceğim de.
  • Kimseye hakettiğinden fazla değer vermeyeceğim. (işte bu değil her sene yılda Birkaç kez tekrarlanan bir sözde karar!)
  • Bebek öncesi yaşamı yeni yaşamıma katma çalışmalarını hızlandıracağım, Aze'nin 6. ayına zaten çok az kalmışken, onu sırtıma takıp, sosyal hayatıma hızla döneceğim.
  • Gökay'la konuştuğumuz her projeyi yapacağım.
  • Yüzmeye daha sık gideceğim.
  • 6. aya kadar hamilelik öncesi kilomun dahi altına ineceğim.
  • Daha az pimpirikli bir anne olacağım.   
  • Yüzbininci kez büyümeyi deneyeceğim.

Umut ettiklerim, dilediklerim;

  • 2011'de emeğin daha değerli olmasını umut ediyorum. Çalışan işçinin emeğinin de, iki arkadaş, sevgili, akraba.. insanlar arası ilişkide harcanan emeğin de gerçek kıymetine ulaşmasını umut ediyorum.
  • Yıllarca hep birgün anne olursam Lorelai Gilmore gibi bir anne olmak istedim. (Kızıyla arkadaş, dalgacı, rahat, hoşsohbet, zeki, komik, kızının çok sevdiği) Kendini çok geç tanımaya başlamış bir insan olarak farkettim ki benden bir Lorelai çıkması çok zor olduğu gibi üstüne üstlük Lorelai'ın annesi gibi bir anne (Katı, dediğim dedik, kuralcı, gıcık) olacak bu gidişle benden. Umudum şu ki bir yıldırım falan çarpsın beni ve o günden sonra daha Lorelai bir anne olabilmeyi başarayım.
  • Kör bir çocuğun annesi Türk ise, annesi her ihtiyacını annelik yüreği kisvesi altında gidereceğinden çocuk büyüdüğünde, tek başına yaşayamayan bir bağımlı olacağını, Kendi kendine yetmeyi öğretecek bir anne ile ise o çocuğun büyüyünce Ray Charles olabileceğini unutmamayı, çocuğumu bağımlı yetiştirmemeyi umut ediyorum.
  • Maddi sıkıntı yaşamamayı umut ediyorum.
  • Evden, kızımdan ayrılmadan çalışabileceğim, para kazanabileceğim bir işim olmasını diliyorum.
  • Ailecek hastalık yaşamadan, sağlıklı, keyifli bir yıl geçirmeyi umut ediyorum.
  • Empati bulaşıcı hastalık gibi tüm insanlığa yayılsın istiyorum.
  • Sınıf ayrımı, ırk, cinsiyet ayrımı, savaşlar, açlık, yoksulluk ortadan kalksın diliyorum.


         Herkesin yeni yılı mutlu, huzurlu olsun. İyi yıllar.

29 Aralık 2010 Çarşamba

Bir Kar Masalı

3 becerikli, azimli ve heyecanlı anne bir araya gelmiş, biri yazmış, biri çizmiş diğeri de uygulamasını yapmış ve ortaya Bir Kar Masalı çıkmış. Üstelik hiçbir kar amacı gütmeden. Ücretsiz olarak tüm çocuklara sunmuşlar. 
http://ozguranne.blogspot.com/2010/12/bir-kar-masal.html


Ellerine, akıllarına, yüreklerine sağlık her birinin.

An be An Aze Çınar

Aze kuzu hasta oldu. Baya öksürdü, kafası çok terledi. Ihlamur + tarçın + elma + limon kaynatıp verdik. Böylece bir şekilde ilk ek gıdasını da almış oldu. Hiç duraksamadan lıkır lıkır içti obur sincap. Şimdi biraz daha iyi. Ama sanırım hastayken öksürdüğünde hemen kucağa aldığımız, yatağa koyduğumuzda öksürdüğünde yine kucakladığımız için öksürüğü "istediğimi yapın" aracı haline getirdi. Nasıl ki bebekler ağladığında istediklerinin yapıldığını öğrenip ağlayarak istediklerini yaptırmaya çalışıyorlarsa bizimki de öksürerek yaptırmaya çalışıyor :) Galiba hakkaten her özellik sosyal öğrenimle gerçekleşiyor. Bu hali çok şirin olsa da bugün biraz müdahale edip biraz azalttık sanki. 


Bugün bir buçuk aydır yanımızda olan annanne Altınoluk'a döndü. Belinden küçük bir operasyon geçirmişti, daha iyice hale gelince döndü. Bir yandan Aze'yi bırakıp gitmekte zorlanırken diğer yandan ne zamandır göremediği Su torununu göreceği için de sevinçli idi. 


Şu ara gelip gidenimiz yine çok oldu. Hem annem burada diye hoşgeldin'e ve geçmiş olsun'a gelen eski komşuları, arkadaşları hem bizi ziyarete gelen arkadaşlarımız derken bol gün tadında, kekli börekli günler geçirdik. Bir yandan bu durumdan keyif alırken öte yandan bizim sosyal kuzu ne zaman evde misafir olsa kesinlikle yatmak istemedi, direndi son ana kadar. Biraz düzenimiz bozuldu, biraz şımardık sonunda gün itibariyle biraz daha sakin bir hayata geçtik. Epey yorulmuştuk, dinlenmek iyi olacak. 


Daha önce yazmış mıydım hatırlamıyorum. Bir aydır hiç mama almıyor Aze Çınar. Sağdığım anne sütüyle besleniyor sadece. Çok mutluyuz bunu başardığımız için. Mutlu oldukça sütüm de artıyor, daha iyi besliyorum kızımı.
Son zamanlarda salyalandı baya Aze. İkide bir dilini çıkarmaya başladı. Bir de çok güldüğümüz ve şaşırdığımız şey iki ayağını sıklıkla içten dışarı doğru, tam daire olacak şekilde çevirip duruyor. Bizi gayet iyi tanıyor. Benim aylardır dört gözle beklediğim, başkasındayken bana gelsin isteği şimdilik gözlerle talep etmek şeklinde başladı sayılır :) Dışarıyı çok seviyor. Dışarıda olsun da, hiç yemek yemeden bile durabilir haspam :) 


Gitgide tatlılaşıyor. Gitgide taşımak daha da zorlaşıyor. 

23 Aralık 2010 Perşembe

Anneyiz.biz - Göçmen Bakıcılar...

anneyiz.biz sitesinde bir yazı yayınlandı. kadın göçmen ev işçilerinin “hemen pasaportuna el koyun” , yabancı yatılı yardımcılara “maksimum 500 lira” ödeyin, "ilk 3 ay maaşının yüzde 20’sine el koyun", "ülkemizde işsizlik varken başka ülkelere kaçan milli sermayemize kısmen engel olun" gibi ayrımcı, karşısındakini köle sayan ifadeler bulunduran bir yazı yayınlandı. 

sadece bu site ve bu yazıyı yazan kişi değil maalesef böyle düşünen. o kadar çoklar ki... 

söz konusu yazıyı yazan ve benzer düşünen anneler-babalar ile sözlükteki ve hayatın bilumum yerindeki benzer fikirdeki insanların feci kapitalizm zehirlenmesi yaşayıp insanlık-vicdan kaybı yaşadıklarını düşünüyorum. o kadar ki kendilerinin sahipleri patronların bile bu denli şuursuz olmayacağını düşünüyorum. sabancılar, koçlar, kocabıyıklar, kurumsal şirketlere sahip kocabaşlar, en değerli işlerini yaptırdıklarına iyi bakarlar mesela. iyi maaş verirler, iyi sosyal haklar verirler, epey çalıştırırlar ama mutlu da ederler ki önemli işleri iyi görülsün, çalışanları kendilerine bağlı olsun, verim artsın. 

apara depdere bu insanlar ise ortalama insanlardan 3 kuruş fazla maaş alınca, hayatlarında belki de ilk ve son kez yanlarında insan çalıştıracak pozisyona geldiklerinde, belki de ilk ve son kez patron olduklarında bugüne kadar kendilerine yaşatılan tüm işçi-işveren rezilliklerinin bin beterini yanında çalışana yaşatmaya yemin ediyorlar. daha paragöz, daha sert, daha üstten, daha patron davranmaya kasıyorlar. 

bu kadar şikayetçilerse, "çocuğu, pasaportu, değerli malları alıp kaçıyorlarsa", "ya zam yap ya giderim" diye tehdit ediyorlarsa, " 'bunlara' hiç güven olmuyorsa", niye hala onlara çocuklarını emanet ediyorlar da güvenilir, deneyimli, türk bebek bakıcılarına, çocuk gelişimcilerine emanet etmiyorlar çocuklarını cevap çok zor değil. çünkü bu çok başarılı! kapitalistcikler mümkün mertebe az para verip, mümkün mertebe çok iş yaptırıp -çocuk baktırıp, yemek yaptırıp, temizlik, ütü yaptırıp- , yedikleri yemeğe, içtikleri içeceklere bile laf edip en şahane en başarılı kapitalist patron olacaklar dünya gözüyle oluvermişlerken. hem değerli paralarını koruyacaklar, hem de bir sürü iş yaptıracaklar. 

öyyyle çelişkili hayatları var ki bütününde, bunca abuk önlem almaya gerek duyacakları kadar güvenmedikleri hatta kesinlikle güvenilmez buldukları insanlara canlarının parçasını emanet edebiliyorlar. ne "güvenmediğim 'el'e çocuğumu bırakacağıma işimi bırakır çocuğuma bakarım." diyebilecek kadar gözükaralar ne de "daha çok veririm, çocuğumu güvendiğim profesyonele bırakırım." diyecek kadar gönlü ve eli genişler. irkçılıklarından, faşizmlerinden bahsetmeyeyse hacet yok. kimi zaman bilinçli kimi zaman bilinçsiz..

genelde bunlara laf anlatmaya ya da sinirlenmeye gerek bile yok. o kadar belalarını bulmuş durumdalar ki, tatminsizlikleriyle, iki ara bir dere halleriyle, robot çocuk, robot koca, proje hayatlarıyla, daha çok daha çok para kazanmak, onu da yapmak, bunu da yapmak, herkese mutlu gözükmek çabasıyla zaten o kadar yorgun ve mutsuzlar ki, kendi cezalarını kendilerini vermiş durumdalar zaten.

şu yazı çok güzel. belki dipte köşede kalmış azıcık vicdanlara ses eder: 

"...bir yandan çalışıyor, kuruşunu ziyan etmemeye uğraşarak ülkelerine para yolluyorlar. yokluklarının, kendi çocuklarından ayrı yaşamalarının bir anlamı olacaksa, bu parayla olacak çünkü… kimilerinin diplomaları oluyor, evlerinde yüklükte iki çarşaf arası bıraktıkları; buralarda, oralarda yasal kalış sürelerini aştıklarında kanun kaçakları gibi geziyorlar pazarlarda. yakalanmaları, çocuklarının üç yaşını, ilk dişi, ilk kavgayı göremeyişlerini iyice beyhudeleştirecek çünkü. televizyon ekranına gözlerini kilitleyip reklamlarda geçen çocuk yüzlerinde kendi çocuklarını düşünüyorlar. "

http://www.radikal.com.tr/...22.12.2010&categoryid=41


Emzirme Reformu Sobelemesi

Ya mimi dağıtmayı unutmuşum ben:
Henüz doğurmadı ama sevgili Duygu,  Başak, Deniz sobelenmiş olsun madem :)

Emzirme Reformu Sobesi


(1)  Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı sizce yüzde kaç? (*)
1.3 olduğunu yeni öğrendim. Çok üzüldüm.
(2) Siz bebeğinizi ne kadar süre anne sütü ile beslediniz?
Kızım 4.5 aylık, hala anne sütü ile devam ediyoruz. 
(3) Kaç ay doğum izni kullandınız?
Çalışmıyorum hamileliğimden beri.
(4) Yasal süt izninizi kullanabildiniz mi?
Çalışmıyorum
(5) Emzirdiğiniz ya da süt iznini kullandığınız için iş yerinde mobbing (tepki, işi bırakmanız için baskı) ile karşılaştınız mı?
Çalışmıyorum
(6) Bebeğinizi toplum içinde, dışarıda emzirmeniz gerektiğinde sıkıntı yaşadınız mı?
Evet, dünya emzirenler yok sayılarak organize edilmiş. Tıpkı engelliler gibi.
(7) Emzirme konusunda desteğe ihtiyacınız oldu mu? Gerek emzirme danışmanlığı, gerekse psikolojik olarak yeterince destek bulabildiniz mi?
Emzirme danışmanlığı aldım. Çok çaba harcayarak,çok araştırarak, kendi imkanlarımla. Yol gösterici bir kurum, kuruluş yok.
(8) Emzirdiğiniz süre boyunca etraftan “sütün yetmiyor, mama ver, bu çocuk meme emmek için çok büyük” şeklinde baskı gördünüz mü?
Evet.
(9) Emzirme Reformu’nu biliyor musunuz? Sizce Emzirme Reformu neden gerekli?
Biliyorum, destekliyorum. Bebekler sağlıklı büyüyebilsinler diye. En az 6 ay sadece anne sütü içebilsinler ki hayata güçlü başlasınlar diye. 
(10) Emzirme Reformu’nu web sitesinde desteklediniz mi? Destek olmak için www.emzirmereformu.com adresindeki formu doldurmanız yeterli.
Evet destekledim. Biraz mantığı, aklı, kalbi olan herkesin de destekleyeceğini düşünüyorum.

21 Aralık 2010 Salı

Cinnet Anaların Ayağının Altındadır!

Bu yazı bir 6 ay iç dökümüdür. Yazıda bütünlük, devamlılık, mantık arayanın zerre aklı yoktur. “Özet geç lan” diyecekler için özet başlıktadır. Ben olsam bilmiyorum bu kadar uzun ve plansızca iç dökümü olan bir yazıyı okur muydum (okurdun la sen, evet evet okurdum.)


Ta hamilelikten başladı. Hiç doğurmayanlar, ne yaşadığını tahmin edemediğinden dertlerini önemsemiyor, doğurmuş olanlar ise en zorlu durum kesinlikle kendilerinin yaşadığı durum olduğu için senin sıkıntılarını küçümsüyor ve böylece anne adayının en çok duyduğu laf “Geçer”, “O kadar önemli değil”, “Seninki de dert mi, ben hamileyken/doğurduğumda...”, “Ya abartıyorsun ama sen biraz...” , “Daha dur seen bunlar iyi günlerin...”, “Çok şikayet ediyorsun.
Oysa ben kolay kolay dert yanmam. Nereden bileyim. “Naber, nasıl gidiyor hamilelik?” sorusunu, içten, gerçekten ne halde olduğunu bilmek için sorduklarını sanmıştım. Ve bu yüzden nasıl gittiğini cevaplıyordum: “Midem bulanıyor”, “Kalçam çok ağrıyor”, “Ay nefes alamıyorum.”, “Çok sıkıldım.”... Var olan durumu söylüyordum ben sadece, ama karşımdaki yukarıda saydıklarımı söylüyordu. İyi ama ben şikayetlenek, dert yanmak için söylemiyordum ki bunları???

Hele “Daha dur sen...”cileri hiç anlamadım hala da anlamıyorum arkadaş. Hamilelikte başladılar hala devam ediyorlar:

İlk üç ay mide bulantısından ölürken: Daha dur, karnın büyüsün sen o zaman görücen sıkıntıyı...
Son üç ay ağırlıktan, kemik ağrısından, sıcaktan ölürken: Daha dur bunlar iyi günlerin bebek bir doğsun o zaman gör sen...
Bebek doğar: Daha dur, bir dişi çıksın...
Bir katı yemeye başlasın,
Bir ayaklansın,
Bir konuşmaya başlasın,

Yeter be arkadaş. Felaket tellalı mısın? Mutsuzluk sevici misin? Karşındakinin sıkıntısından mı besleniyorsun, derdin ne anlamıyorum ki.

Devam edelim. Hamilelik zamanı acayip bir dönem olsa da, hormonlar, karında bir canlı, acayip haller falan, bebek doğduktan sonra anne için çok çok daha acayip bir dönem başlıyor. Hormonlar hala aynı başıbozuklukla devam ederken, regl olmuyor olmak, süt üretiyor olmak, hiç bilmediğin bir şeyi öğreniyor, alışmaya çalışıyor, deneyimliyor olmak vsnin yarattığı stres, minicik bir canlıyı hayatta tutmaya, sağlıklı kılmaya, doyurmaya çalışıyor olmak, Cinsel hayatının dengesizleşmesi, eşle yeni bir denge tutturmaya çalışmak vs derken anne adayı cinnetin sınırlarında dolaşmaya başlıyor. Ha bazıları daha az bazıları daha çok. Bazılarının yanında annesi, akrabası vs oluyor ve bunlar hyatı çok kolaylaştırıyor, bazılarının ise anne vsnin olması ve sürekli müdahale etmesi işi daha beterleştiriyor. Kimisi bebeğinin ve kendinin her ihtiyacını anında karşılıyor kimisi ise doktor parasını bile kırk kere düşündüğünden daha da strese giriyor. Kimisinin yanında çalışan yardımcısı, bakıcısı oluyor, altında arabayla her daraldığında stres atmaya dışarı çıkabiliyor, kimisinin eşi bile iş güç vsden günün çoğunda yanında olamıyor. Kimisi yapı olarak evde kalmaya, çocuk bakmaya, anne olmaya çok müsait kimisi için ise 3 gün evde kalmak ölüm olduğundan aylardır evde bebek bakıyor olmak kafayı yedirtiyor.

İşte burada mühim olan şu oluyor ki, karşındaki empati yoksunları için tüm bu ayrıntıların Hiçbir önemi olmuyor ve onların için sen: AMA ÇOK ABARTIYORSUN. Onlar da çocuk büyütmüşler hem de kesinlikle DAHA yaramaz, DAHA çok yiyen, DAHA çok ağlayan, DAHA az uyuyan bir çocuk büyütmüşler ama onlar hiç şikayet etmemiş ve şahane başarmışlar o işi. Sen bir hiçsin, beceriksizsin, bir de üstüne üstlük utanmadan hala konuşuyorsun.

Herkes her şeyi şahane bildiği için te doğumla birlikte başlıyor hayatın dış çemberinin sinsi sinsi hayatı zehretme girişimleri. Hastanede: “O tulum ince değil mi, hırka mı giydirsen?” diye başlıyor mesela. “Süt ver, anne sütü ver, anne sütü ver , anne sütü ver...” şeklinde çocuk bir yaşına kadar hiç bitmeyecek olanı ile devam ediyor. Benim memeler büyük, Aze'nin ağzı küçücük dakka bir gol bir emzirme sıkıntısı yaşadık. Hastanedeki hemşireler de sağolsun çok ısrarla öğretmediklerinden, ben her boku şahane öğrenmiş, çalışmış, hazırlanmış ama emzirmenin hiçbir sıkıntısını bilmeyip, “memeyi sokacam ağzına olacak bitecek, en az 1.5 yıl da emziririm ben” düzlüğünde olduğumdan “ya bir dakika olmadı bu, öğretin bize” demedim. Onların yerine hayatımıza giren herkes bir şeyler öğretmeye kalktı. Eve gider gitmez annem “doymuyor bu çocuk mama verin” demeye başladı, kaynanam, arkadaşlarım, komşular, hastanede beraber yanyana beklemekten başka bir hukukumuz olmayan kadına kadar devam etti. Bir o kadar kişi de tersinden, “Mamaya sakın başlamayın, 15 dakikada bir emzir ki öğrensin” şeklinde bir koro icra etti. Benim meme uçlarım paramparça oldu. Sütüme kan karıştı sıklıkla. Sağma makinasından, göğüs kalkanına, silikon uçtan, bilumum kreme kullanmadığımız şey kalmadı.

Herkes bebeğin doyması, anne sütü alması, mama alması, üşümesi, terlemesi... derdindeyken, kimse beni düşünmedi. Kimse “Ya moralin nasıl, gel on dakika boş ver, gerekirse emzirmeyi tümden boşver, kafayı yiyeceksin, mutsuz ve mutsuz eden olacağına mama ver ama mutlu olun ailecek. Sonra sakin kafayla çabalarsın.” demedi. Karnımı doyurmamı söyleyen bile “Bebeğe süt olsun” diye söyledi. Tam iki ay bebeğimi görür görmez gerildim a dostlar. Şimdi acıkacak ve hem bana işkence etmeye başlayacak hem de doymayacağı için ağlayacak diye. Tam iki ay o özlemle beklediğim bebeğimle hayalimdeki mutluluğu, huzuru yaşayamadım. Ne zamanki kilo veriyor diye mama başladık, o zaman nefes aldım, o zaman bebeğimle gerilmeden mutlu anlar yaşamaya başladım. Dedim ya, onca zaman içinde de bana moral olmak bir yana “Ohooo bu da sıkıntı mı?”larla karşılandım. Paso baskı yaşadım. Ne zaman ki o stresi attım, mama sayısını azalta azalta sırf anne sütüyle beslemeye başladım kızımı. Emme işini beceremedik belki ama sağma makinasıyla yakın temas halinde her öğününü çıkarmaya başladım kızımın.

3 saatte bir sağ ki süt azalmasın ve Aze'nin her öğünü tam olsun, bebeği emzirirken ki sıcak duygu yerine plastik aletle gün içinde toplam neredeyse 4 saat vakit geçir, Doğum esnasında kuyruk sokumunda çıkık olsun doğru dürüst oturama, belinde incinme olsun geceleri yatama, sen her sorana – sormayana “olllley sütüm 20 cc arttı.”, “ollley Aze aralıksız şu kadar uyudu.” derken, senle bir doğuran yakın arkadaşların abuk “nazar değer” inancıyla “eee sütüm mü, şey, yok ya benim sütüm az.” deyip dolaplarda süt depolasın, tüm gece uyuyan bebekleri için “ayhh 6 kez uyanıyor geceleri.” desin ve sen algılayama bütün bu rol yapma sürecini. Kimse niye her sarılana niye ağladığını çözemesin, yorgunluktan, mutsuzluktan kapıdan bile çıkmak isteme. Kapıdan çıkmak istemedikçe daha da derin depresyona gir, eve gelen olursa geliyor diye sinirlen, gelmeyene gelmiyor diye sinirlen... Telefonda ya da yüz yüze sorulan nasılsın sorusuna "galiba deliricem, galiba feci depresyondayım." cevabına, her yüz yüze gelindiğinde "Yok yok iyisin, şahane görünüyorsun." mu denir? Sana niye yalan söyleyeyim ayol? Delirtmeyin insanııııııııııı. Ve işte daha delice onbinyüzmilyon şey.

Emzirmeden bebeği yıkamaya bebeğe dair herşeyle ilgili herkes çok bilip çok kendinden emin konuştukça, “O öyle olmaz yanlış yapıyorsun.” dendikçe ben daha kendime güvensiz olup daha beceriksiz hissettim kendimi. Öyle hissettikçe herkese öfkem arttı, öfkem arttıkça elim ayağıma daha çok dolandı. Yapmam gerekenler, yapmak istediklerim, Olması gerekenler, olmasını istediklerim her şey o kadar birbirine karıştı ki, hormonlar ve yeni hayat tarzının zorlukları hepsi birleşip kronik bir manyak yarattılar bende. 40 gün saydım hormonlar dinecek, hayat yeniden güzelleşecek diye. 40 çıkınca lohusalık biter, bu haller de biter dediler çünkü.

Yok. Bitmedi. Bitmeyince ben kendimi suçlamaya başladım, herkes de yardım etti: “Yok artık lohusa da geçti daha tafran kime, artistliğin kime??”. Evet Loğusa da geçmişti, ben niye hala böyle dengesiz, stresli, ağlamaklı idim?? Neden göğsüm dolduğunda Aze ya da sağma makinası göğsüme değer değmez ağlamaya başlıyordum?? Kimse demedi ki “Makina mı la bu çat diye kesilsin? Regl olmuyorsun, süt üretmeye devam ediyorsun, hormonlar hala alt üst normal değil mi?” yok, çevremde bunu diyen olmadığı gibi tam tersi abarttığım, artık bitmesi gerektiği söylendi. Haftalar, aylar geçti, dayanamadım, emziren anneler mail grubuna sordum mail atarak: “Ben manyak mıyım?? Bende bir tuhaflık mı var? Bir tek ben miyim doğumdan sonra bu kadar zaman geçmesine rağmen hormonal dengesizliklerden, depresyondan, stresten muzdarip?”

Neyse ki çok anne varmış bunu yaşayan. Neyse ki çok doğalmış. Neyse ki ben suçlu-şımarık-kaprisli-abartan-tuhaf olan değilmişim. Ama sen gel bunu -üstelik kendi de yaşadığı için anlaması gerekirken- “aaa bu ne ki”ci başta annem olmak üzere çevremdeki annelere anlat. Esra Sert bu tür annelere dair o kadar güzel yazmış ki şu linkte: http://www.ayseninikizleri.com/BlogDetay.aspx?BlogID=95

Üzerine bıraksalar 5 sayfa daha yazarım çünkü şu son 6 ayda o kadar çektim ki eş dost empatisizliğinden o kadar olur. Ama yazmayacağım çünkü çok acıtıyor. İyi gün dostum çokmuş onu anladım. Hormonlardan dolayı kırdığım, küstüğüm, kırıldığım, sert çıktığım çok eş dost arkadaş oldu. Bazen haklı olduğum bazen haksız. İki durumda da “Kötü dönemden geçiyor, şimdi idare etmeyip ne zaman idare edeceğim.” diyenler canım ciğerim oldu, demeyip arkasını dönenlerin ise “Canları sağolsun.”

Blogcu Anne bugünkü yazısında ben ve benim gibi bir sürü annenin dermanını yazmış aslında. İşin kötü yanı şu ki insan böyle açıktan istemeden süngeri olan insanları olsun istiyor. Hem senin anlattıkları emip çekmesi açısından istiyor süngerliği hem de sert çıkıp kafa attığında kaya olup can acıtmayıp, sünger olup yumuşatsın darbeyi diye. Böyle kötü zamanlarda anlıyor ne kadar az gerçek dostu var ve var olan dostlarının da ne kadar azı sünger özelliğine sahip.

Ben ruh halimi pek göstermem. Dışardan bakıldığında genelde bana bakan yüzde 90 gülümseyen bir surat görür. Benim gibi insanların olması ihtimalini de göze alarak tavsiyeme uyun derim: Bir 5-6 ay önce doğurmuşa bulaşmayın. Yirmi çocuk doğurmuş bir anne bile olsanız annelik öğretmeye kalkmayın. Ayların dolmuşluğuyla kıyılarında gezindiği cinnetle saniye düşünmeden doğranabilirsiniz demedi demeyin. İyilik edecekseniz bir börek yapın, yanına içecek bir şey verin, oturun da bol bol dinleyin. Elif Anne'nin dediği gibi, çözüm isteyen yok sizden korkmayın. Sadece dinleyin ve dinleyin.  

19 Aralık 2010 Pazar

An be An Aze Çınar 2

Sarılıyor, 
Saçımı çekiyor,
Kafasını boynuma gömüyor,
Emziğini ağzından çekiyor, bir elinden diğerine geçiriyor, geri koyuyor ağzına. 
Uykusu gelince sinyal verir gibi eliyle gözünü kapatıyor hemen. Ovuşturur gibi değil, "Oy bunu da mı görecektim." der gibi.
Daha sonra detayını anlatacağım; kendi kendine yatmayı öğreniyor ufak ufak. 
Oyun halısındaki aynaya bakarken aynada beni gördüğünde arkasında olduğumu anlayıp geri dönüp bana bakıyor hemen.





16 Aralık 2010 Perşembe

An be An Aze Çınar

Bu sabah ilk kez sarıldı bana. Ve bu öğlen ilk kez el ele uyuduk.
Bunlar da Aze'ye oyuncak bebek muamelesi yaptığımızın kanıtları:




15 Aralık 2010 Çarşamba

Benim kızımın dünyasında artık böyle linçler olmaması dileğiyle

< Uçurtmam Tellere Takıldı from ümit kıvanç on Vimeo.


Göğsüm daralıyor, yüreğim kanıyor
Olmasaydı sonumuz böyle...

14 Aralık 2010 Salı

Aze ben seni yerim...

Uykundan erken uyandığında "viyyeeaa, hiyyiiiiioooo" şeklinde beni çağırman, ben geldiğimde eller kollar aşağı yukarı bir nevi yatay zıplama hareketleri sergilemen ve yine bilumum ses çıkarırken "eee eeee eeee" demeye başlamamla durgunlaşıp, sakinleşip, elini başına götürüp gözünü kapayarak yeniden uykuya dalma işlemini başlatman, o arada ben emziğini ağzına koymak üzereyken iki elinle elimi yakalayıp bırakmaman, açık olan gözünü gözümün taa içine dikmen, 
ya saniyeler içinde uykuya dalman, ellerinin gevşemesi, gözlerinin kapanması
ya da uyuyamayıp, sinirlenip, içli, sinirli ve yüksek perdeden ağlamaya başlaman, kucağıma alıp ya emzirerek ya biberonla sakinleştirmemden sonra uyuman  tüm bu süreç o kadar güzel ki... Ağlaman bile o kadar özgün ve güzel ki bazen geciktiriyorum seni susturmayı. 


Ağlaması ayrı alem, çapkın gülüşü ayrı alem kumru kızım ben seni yerim. 

13 Aralık 2010 Pazartesi

Aze Çınar'a mektuplar... 1

13 Aralık 2009, Aze 5 mm.lik nokta

Tam bir sene oldu senden haber alalı. Burada anlatmıştım ilk nasıl senin varlığını öğrendiğimzi, öncesini, sonrasını. Rüya gibi. Tam 1 sene olmuş. Bir yandan daha dün gibi bir yandan sanki yüzyıllar geçmiş gibi. Hamileyken sanki doğduğumdan beri hamileymişim gibi hissediyordum şimdiyse sanki hiç hamile olmamışım da hepsi 10 dakikalık rüyaymış gibi.

Epi topu 1 yıl geçti senin geleceğini öğrendiğimden beri ama o bir yılda hem hayat değişti tümden hem ben değiştim kökten. Ne ben bir sene önceki insanım ne dünya bir sene önceki gibi dönüyor. Hayatıma inanılmaz güzellikler kattın, bununla da yetinmeyip hayatıma gelişinle karşılaştığım sıkıntılarla başetme gücü, motivasyonu verdin. Hayatıma çok güzel insanlar kattın, güzelliğinin kıymetini tam bilemediğim insanları farkettirdin, değerinden fazla değer verdiklerimi gösterdin. Çok mutlu ettin, mutsuzluklarımı bir gülüşünle yok ettin. Çok yordun, çok yorgunluk aldın. Doğdun, büyüdün, cıvıldamaya, kıkırdamaya, kendince konuşmaya başladın. Büyüttün, güldürdün, ağlattın, olgunlaştırdın.

13 Aralık 2010 Aze 64 cm
Tam bir sene oldu testte iki çizgi göreli. Neler olacağını hayal bile edemezdim. Bir yılda en fazla 64 cm.i bulan minicik halinle dünyayı hem iyi hem kötü anlamda bambaşka hale getirdin. 3 günlük sıkıntıya bile katlanamayan benden başka bir insan çıkardın.

İyi ki dünyaya gelmeye karar verdin güzel kızım. Yaşadığım tüm sıkıntılara rağmen, yine olsa yine doğmana karar verirdim. Seni o kadar seviyorum ki...

10 Aralık 2010 Cuma

4. Ay

Bir şeyler oldu, bir şeyler yine yasaklandı, bunun sonunda bizim siteye ulaşılamadı baya bir süredir. Meğer www.deryaze.com yönlendirmesini en baştan kaldırsak hiç sorun kalmayacakmış ama eşek Loststone bunu daha yeni söyledi sağolsun. Vakit bulursa o yönlendirmeyle çalışmasını da sağlayacak bir ara. 
Bu kadar süredir yazacak çok şey birikti tabi. Yazmadığım için unuttuklarım da cabası. Artık geriye ne kaldıysa... 




Evet Aze'm Çınar'ım 4. ayını doldurdu. Boyu daha da uzadı, tombiş tombiş bir şey oldu. Öyle güzel, öyle çapkın, cilveli gülüyor ki anlatamam. 3-4 kez gerçek kahkaha attı, onlarca kez de kahkaha sandığı öksürüklü sahte kahkahalarından. İlk şehir dışı yolculuğunu yaptı. İlk nezlesini oldu. Belini, poposunu kaldırmaya başladı. El kullanımı gitgide artıyor. Biberonu direk tanıyor ve hamle yapıyor gördüğünde. Az önce ağzındaki biberonu çekip diğer biberona uzanmışken vermek için, eliyle kulağıma asıldı biberonu çekmeyeyim diye inanamazsınız. Erkekleri, erkekler içindeyse bıyıklı erkekleri daha çok seviyor. Ama istisnasız herkese gülüyor. Deli yatmaya başladı. Annesinin ve babasının kızı... Az evvel gittiğimde yorganının yarısını altına almış yarısını savurmuş demezsin ki 4 aylık... 




Altınoluk'ta kuzeniyle tanıştı. Su Hatun pek hoş karşıladı kendisini. "Ajee, Ajee" diye dolandı. Minik kumru tüm gidiş geliş boyunca bizi hiç üzmedi sağolsun.  Çok daraldığında "eeee eee ee" diye kendini uyutmaya çalıştı, çoklukla da becerdi. Uyku düzeni yine değişti. Bir kaç gündür 21.00 civarı uyuyor. İlk rutininde gece yarısı anca geçiyordu gece uykusuna. 21.00 sanki daha iyiymiş gibi görünse de, erken yatıp erken kalkmasındansa, geç yatıp geç kalkmasını tercih ederdim gece kuşu, sabah uykusu sevdalısı bir anne olarak. Ama maalesef annelik puştluktan azade olmayı gerektirdiğinden "dur uyuma gece yarısını bekle." diyemiyorum :(


Genel olarak iyiyiz. Ben de koksigodini çıktı. 4 aydır yaşadığım ağrılar bu sebeptenmiş. Aze Hanımın dışarıya çıkarken el, ayak artık allah ne verdiyse takmasıyla oluşmuş. Hakkında ayrı bir yazı yazacağım. 
Şu aralar bizim hayat pek çetrefilli. Köklü kararlar verme, plan yapma, gelecek belirleme zamanları. 3 vakte kadar her bir şeyler değişebilir.. Değişmeyen tek şey şu aralar bizim için, tüm değişimlerin Aze Çınar odaklı gelişmesi. Ki Aze Çınar tam en şeker, en sevilecek zamanlara gelmişken en can sıkıcı kararlar ve gelişmeler bile bizi en fazla birazcık somurtur diye düşünüyorum. 
Yazacak çok şey var. Bugün yarın işşşallah. 

30 Kasım 2010 Salı

Çocuk sahibi olmak....

Şöyle bir diyaloğu yapabilmek demekmiş:


Mekan bir türkü bar, sahnede arkadaş söylüyor, Savaş da bana bakarak söylüyor: 


"Elin elimde olsun kapı kapı dilenek..." 


sonrası: 


Derya: Yok la, ne dilenecez. Kötü bu türkünün burası. 
Savaş: Yani elin elimde olsun bunu bile yaparım diyor. 
Derya: Tamam da aşk niye aşağı bir şeyi yaptırsın? "Elin elimde olsun açlıktan ölek" dese kabulüm ama dilenmek işi saçma. Dilenmem. Sen de dilenmezsin. Açlıktan ölürüz biz. 
Savaş: Peki şartlar öyle olsa, gerekse, Aze için dilenir misin? 
Derya: (5 saniye düşünüp) Dilenirim. (3 saniye daha düşünüp) Çalarım da!
Savaş: Ben de. 


Bilmiyorum bu iyi bir şey mi? Ama çocuk sahibi olmanın bizde yarattığı bir şeymiş işte. 

26 Kasım 2010 Cuma

Neye niyet...

Tam annem burada çok yazmayı planlıyorum derken hasta olduk biz. Aze bir yandan hapşurup duruyor ben diğer yandan.Burnumuz akıyor, gözlerimiz yaşarıyor, boğazımız acıyor... Aze Çınar'ın gözleri iyice küçücük olup bana benzedi. Benim gözlerim ise artık benim gözlerime benzemiyor. Daha da küçülemeyeceği için yok oldu zira. Doktoru Aze'ye peditus şurup ve gözleri için damla verdi. Burnunu açmak için de serum fizyolojik kullanıyoruz. Bilumum ilaç süte geçtiğinden ben de onun şurubundan otlanıyorum. Bizim obur dana verdiğimiz hiçbir tada hayır demez diye düşünüyorduk bugüne kadarki ilaç vs deneyimlerimizden ama öyle değilmiş. Portakallı Peditustan hazzetmedi pek.
Hal böyle olunca 5 gündür sadece 1 kez banyo yaptı minik kumru. Kaç gündür yeni sesler çıkarmayı da öğrendiğinden öyle yaratıcı inliyor ve ağlamaya benzer sesler çıkarıyor inanamazsınız. Bir de o kadar içli bakıyor ki... Dün Savaş evdeydi hem bugünki sınavına çalışmak hem de bize bakmak için. Annem de bizimle ama o da rahatsız olduğundan mümkün mertebe ona iş bırakmamaya çabalıyorum. O da sağolsun hasta değilmiş gibi koşturup duruyor.
Nereden geldi bu hastalık diye düşünürken yakaladım kendimi. Sanki tüm bayramı sokaklarda geçirmemişiz gibi. Sanırım artık geçme üzere. Kumrum sabah burnu açık ve güleryüzlü uyandı. Gerçi her sabah gülerek uyanıyor ama bir kaç gündür içli ve halsizdi gülmeleri. İkimizin birden hastalanması iyi bir şey. Annenin yarattığı antikorlar sütle bebeye geçtiğinden iyileşmesi hızlanıyormuş. Anne hasta değilse bile bir şekilde kendine bulaştırmaya çalışmalıymış.
On gün öncesinden 4. Ay kontrolüne de gittik. Boyu, kilosu akranlarına tamamen yetişmiş durumda. Sınırda bile değil. Gayet olması gereken aralıkta. Nezle dışında bir sıkıntısı da yok.

Tutma ve çekme işlerinde ustalaştı. Dün annanenin küpesini yakalayıp epey çekiştirmiş mesela. Benim ya da Savaş'ın yanaklarını, dudaklarını yakalıyor kucağımızda sallarken. Demin dediğim gibi çıkardığı sesler de epey arttı. Bazen o sesleri dinleyeceğiz diye durup beklediğimizden ve hemen ilgilenmediğimizden kıyamet kopuyor. Yüzüstü yatmaktan hiç hoşlanmıyor. Dönmeyi de henüz yapamadı. Bol bol yüzüstü bırakmamız gerekiyor anlaşılan.

Dün bize Fulya geldi. Üstelik hazırladığı kısır ve patates salatasıyla. Çay, kurabiye eklenince süper bir öğlen çay saati oldu. Önceki gün de büyük annaneye gittik. Bir önceki yayınladığım "Dayıya kahkaha" videosu oradan. Pek eğlendi yumurcak.


Pazar günü kardeşimiz Sinan'ın düğünü var. Bugün de var aslında. Şöyle ki; gelinimiz Özlem Antalya Manavgat'ta yaşıyor. Bugün Antalya'da kına/düğün bir şey olacak, pazar da burada. Biz Aze Çınar'ın kulağındaki olası rahatsızlık sebebiyle uçağa binmemiz sıkıntı yaratabileceğinden gitmedik. Umuyoruz ki pazara kadar bari tüm hastalığı atlatalım.
Sinan ve Özlem'e de ilk olarak buradan ömür boyu huzurlu, acısız, mutlu günler diliyoruz.

25 Kasım 2010 Perşembe

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Dayanışma Günü

Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete karşı Dayanışma Günü. Aşağıdaki metin, 25 Kasım 2010 Kadın Platformu'nun bugünki basın açıklamasına davet metni. Hemen alttaki link ise Amerika'da yapılmış bir deneyin görüntüleri. İnsanların kendi rahatları için nasıl hassaslarken, bir kadının şiddete uğramasına bir o kadar duyarsız olduklarını gösteren...
Videonun direk linkini bulamadığım için facebook linkini veriyorum.
Kadınların şiddete uğramadığı, ikinci sınıf sayılmadığı bir dünya dileğiyle...

http://www.facebook.com/video/video.php?v=417313614003&comments


"25 kasım perşembe akşamı saat 19.00’da taksim tünel’de tek pankart arkasında, erkek ve erkek devlet şiddetine karşı isyanımızı bir kez daha birlikte haykırmak için buluşuyoruz. beraber taksim tramvay durağına yürüyoruz ve kürtçe, türkçe basın açıklamamızı okuyoruz.

yürüyüş boyunca ortak tek bir pankart ve imzasız mor bayrak ve feminalar taşıyacağız, rengarenk dövizlerimiz ve mor flamalarımızla şiddete karşı kadın dayanışmamızı haykıracağız.??her yıl olduğu gibi bu yıl da feminist gruplar, kadın örgütleri, çeşitli dernekler, platformlar ve partilerden kadınlar hep beraber şiddete karşı sesimizi yükselteceğiz.?

tüm kadınların katılımını bekliyoruz.

yer ve zaman: saat 19.00’da tünel’de toplanıyoruz. taksim tramvay durağına yürüyoruz.

25 kasım 2010 kadın platformu

amargi, demokratik özgür kadın hareketi, disk kadın komisyonu, ev işçileri dayanışma derneği, imece, istanbul barış için kadın girişimi, kadın emeği kolektifi, sosyalist feminist kolektif, edp’li kadınlar, emep’li kadinlar, halkevci kadınlar, kadıköy akader'li kadinlar, kesk’li kadınlar, sosyalist partili kadınlar, tmmob ist. kadın koordinasyonu, ödp’li kadınlar"

22 Kasım 2010 Pazartesi

Aze Çınar'dan Dayıya Kahkaha!!


İlk kez böyle kahkaha attı hanımefendi. Tarih 22.10.2010

Bayram bayram...

Bayram içerik olarak pek bir şey ifade etmez bana tatil oluşundan başka. Bir de çocukluk anıları tabi. Tatil oluşu sayesinde koca bir hafta eskiye göre pek ev kuşu olan ben ve minik kuzu Aze dışarıya, insana doyduk resmen. Ta pazar günü başladık atraksiyonlara. Ben yüzmeye gittim sabahtan, babası, büyük dayısı ve Aze Şiirci'ye gittiler. Zira baba Savaş bayramda evde olmak için pazar çalıştı. Ben de havuzdan oraya geçtim. Şiirci sakin olduğundan Savo'yla bolca vakit geçirip Metrocity'e geçtik. Vedat ve sevgili Nihan'la birlikte. Orada Aylin de bize katıldı. Bu önümüzdeki pazar düğünümüz var bizim. Savo'nun en küçük erkek kardeşi evleniyor. Onun düğünü için elbise baktık. Gezindik, yemeğimizi yiyip, kahvemizi içtik. Artık kafeinsiz kahveyi daha çok seviyorum. Geç saatte eve döndük. Sanki Savaş hiç çalışmamış gibi oldu. Bizden az sonra da o geldi.

Salı gününün bayram olduğunu kapıyı çalan çocukların tebriğiyle hatırladık. İlk günü kızımın Yağmur Ablası, Ezgi Teyzesi geldiler ziyarete. Akşam ise kuzeni İdil Eylül, Barış ve Semra. İkinci gün esas yoğunluğumuz başladı. Sevgili arkadaşlarımız Ümit ve Betül geldiler Bergama'dan. Senede en az iki kez görüşürüz kendileriyle. Onlar gelir, biz gideriz, Burhaniye, Altınoluk, Ayvalık civarlarında buluşuruz... Yine de birbirimizi çok özleriz hep. Yine çok özlediğimiz bu ara kalkıp geldiler  ne mutlu ki. O günü gezerek geçirdik. Arada yine düğün için bana elbise baktıysak da, şu süt verme hadisesinin bana sağladığı şahane kilolar sebebiyle içime sinen şekilde bir elbise bulamadık.

Ertesi gün, süper bir masada süper muhabbetle rakıya doyduk. Rakıya doyup, alkole doyamayıp üzerine sıcak şaraplar bile götürdük. Tabi öncesinde süt sağdım, mamayı hazır ettim. Eskiden ben o masayı görsem kendi kendime "Vay arkadaş içki masasında bebek arabasının ne işi var? Nasıl bir anne süt vermemeyi tercih edip alkol alır?" derdim. Evet derdim bunu. Şimdi ki Derya o Derya'ya "Çok konuşma dümbük kendi işine bak." diyor :) Uzaktan her bir şey pek kolay gözüküyormuş gerçekten. Neyse ki içtiğimiz mekan evimiz sıcaklığında, rahat ettiğimiz, Aze'nin her ihtiyacını sağlayabilecek bir mekan ve neyse ki süt sağma makinaları ve mamalar var. Ve en büyük neyse ki artık içerilerde sigara içilmiyor. Böylece yukarıda bahsettiğim gibi şahane bir gece geçirmiş olduk. Akşam Vedat da katıldı aramıza.

Bir ertesi gün ise sabaha Beşiktaş'ta kahvaltıyla başladık.Sonrasında alışveriş, dolaşmaca... Beşiktaş'ta elbisemi de bulmuş oldum. Melek gibi bir insan çıktı karşımıza:

- Ya ben kısa istiyordum ama
- Keseriz istediğiniz kadar.
- Ama bunun göğsü şöyle olsaydı?
- Diktiririz?
- Biraz sade mi?
- Şu taşı ekleriz...

Resmen sıfırdan başka bir elbise hazır ettiler. Olabilecek en iyi seçeneği edinmiş olduk böylece. Sonrasında sahilde kahvemizi içtik ve bölündük :) Savo, Vedat ve Aze eve gittiler. Biz Ümit ve Betül Beşiktaş'ta kalıp elbiseyi bekledik. Yemeğimizi yedik ve eve döndük. Aze o ana dek 6 gün en ufak sorun çıkarmadan bizimle sürtüp dururken ve hatta bundan çok keyif alırken o gece biraz huysuzlandı. Gaz sancısı gibi geldi. Damlasını verip, emzirdikten sonra rahatladı kuzucum.

Cumartesi sabah yolcu ettik sevgili arkadaşlarımızı. Ama yine duramadık evde. Bu sefer de Savo ve Vedat'a elbise almaya çıktık. Erkeklerin işi daha kolay derler ama bizimkiler görüntülerine pek hassas olduklarından hiç de öyle olmadı. Biz Aze'yle mekanların keyfini çıkarıp, arada kıyafetlere yorum yapmakla yetindik. Sabahtan akşama o kadar dolanmamız neyse ki boşa gitmedi, tüm alışverişimiz tamamlandı. Evimizde döndük, evde bizi Aze'nin annannesi bekliyordu. Böylece Aze evimizin  DeryAze yalnızlığına direk dalmayıp geçiş sürecine geçmiş oldu.


Bu geçtiğimiz haftaya baktığımızda Aze Çınar gelişmeleri şöyle; Artık nesneleri baya baya tutup, çekiştiriyor. Eline alıp, sallıyor. Gözleriyle takip ediyor. Sesleri iyice duyup, sese doğru dönmeye başladı. bıbıbımmmm, agkuukuuu, bummmm, hiyyeeeee, gibi sesleri net çıkarmaya başladı. Biberonu görünce yemeğin geldiğini anlayıp heyecanını gösteriyor obur kuzu. Uykusu gelince, eliyle gözünü kapatıp kendi kendini uyutmaya çalışıyor. Çoğunlukla da başarıyor. Artık daha net kahkaha atmaya başladı. Ama sık sık da öksürerek kahkaha attığını sanmaya devam ediyor. Savaş'a göre ben o kadar çok ve farklı şekilde gülüp, kahkaha atıyorum ki çocuk da bana yetişmeye çalışıyor :) Bir öğününü 150 cc'ye çıkardık. Gece uyumadan önceki öğününde 180 cc veriyoruz. Daha çok versek daha çok yiyecek (Maşallah mı denir burada?) Kaka sayısı neredeyse günde 1'e düştü. O da sanki bütün günü biriktirip hepsini birden yapmış gibi, badisine, tulumuna geçecek kadar çok oluyor. Birazcık huysuzlukları arttı. Sebebini tam çözemedik. Ama sağlıksal bir sorun yok gibi. Yarın doktora kontrole gideceğiz. Bakalım kilomuz, boyumuz ne durumda.
Sol yumruğa dikkat!

Bayram boyunca özlemişim bloga yazmayı. Bebeğimin fotoğraflarını düzenlemeyi. Annem bir süre buralardayken daha sık yazmaya çalışacağım.

16 Kasım 2010 Salı

Aze küçükken...

Dün Kasımpaşa'da yolda bir anne gördüm. Minicik bebeği omzunda karşıdan karşıya geçiyordu. Gülümsedim ve aklımdan şu cümle geçti: "Aze de küçükken kafasını tutamayıp böyle düşekalırdı omzumda..." Sonra kendime güldüm. Daha bir hafta önce Savaş'la dalga geçmiştim, "Aze küçükken bu tulumu çok giyiyordu." dediği için. Henüz 3 aylık bebeğin "küçükken"li cümlesi mi olur len" demiştim. Ama oluyormuş. O 3 ay öncenin iki katı boyutunda şu an. Başı, gözü, yüzü, bacakları, elleri her yeri daha kocaman. Davranışları, uykuları, bakışları, gülüşleri daha başka. Kimbilir bir 3 ay sonra da şu halinin iki katı olacak ve bize şu haller minicikmiş gibi kalacak aklımızda. O zaman bilmem de, şu zaman çok komik. 3,5 ayda bu kadar büyüyormuş insan. 


O değil de Aze küçükken çok küçükmüş :)

12 Kasım 2010 Cuma

Children see. Children Do.



Sen kimsen çocuğun odur...

11 Kasım 2010 Perşembe

Parmak Emmece

Bebeğin parmak emmesi benim için sıkıntı potansiyelli bir hadiseydi. Bu yüzden emme güdüsü arttığında hemen emzik verdik Aze'ye. Parmak emmesin de emzik istediği kadar emsin dedik. Hem emziği bırakması daha kolay hem parmak emmek parmağın şeklini bozabilir diye. Düne kadar da emzikle iyi geldik. O kadar bağımlılık geliştirmedi Aze emziğe. Günde bir iki kez emip, bir süre sonra da sıkılıp atıyordu emziği. Ancak dün maalesef parmak emmeye başladı minik sincap. 

Hem de nasıl emmek, cork cork sesleri tee mutfaktan duyuluyor. Öyle de bir şekil geliştirmiş ki baş parmak ağızda, diğer dört parmak gözlere doğru yüzü kapayacak şekilde... 

Fena halde komik. Dün denedim baya parmak ağza gittiğinde çekip emziği koymayı ama bir paradoks geliştirdik. Şöyle ki; Aze bizi görünce, öncesinde bir beş dakikadır görmüyor haldeyse otomatik olarak gülmeye başlıyor. O esnada emzik de atılıyor ağızdan ağız açık rahat gülmek için. E ben eli çıkarıp emziği koymaya çalıştığımda hatun paso gülüyor olduğundan emziği atıp durdu. Çok uykulu olduğu bir iki an emziği aldı. Bir kaç seferde ise emziği yana ittirip, hem emzik hem parmağı ağzına sokmayı başardı!! 

Yine son bir kaç gündür de eller epey kullanılmaya başlandı. En şahane kullanımı ise kucağımızdayken ya çenemizi ya yanağımızı, kulağımızı, boynumuzu vs okşaması. Dünyanın en şahane zevki!

Şurada da anneyi yanaktan yakalayıp çekiştirirken sanki öpecek gibi değil mi?


4 Kasım 2010 Perşembe

Aze Çınar 3 Aylık

Bugün itibariyle kızımız 3 ayını doldurdu. Aylardır gün, hafta, ay sayar haldeydim. Hamilelikte önce ilk 3 ay bitsin diye dua ettim. Sonra sırasıyla 27. hafta, 32. hafta, 36. hafta ve 40. hafta. Bebek doğunca bu sayma işi bitecek sanıyordum bitmedi: Göbeği düşsün, kırkı çıksın, ikinci ay dolsun ve son olarak 3. ay bitsin. Sonunda bitti. Sonunda gün saymadan tadını çıkarabileceğim bir an gelecekmiş, geldi. Olası bir sürü tehlike potansiyeli barındıran günler sınırım 3. aymış meğer. Ve şu an kızım dünyada, iyi besleniyorken, sağlıklı, uykusu, hareketleri kıvamındayken, artık iletişim kurabiliyorken saymam bitecekmiş, bitti. 


3. Ay itibariyle kızımız bir sürü şeyi yapabiliyor artık. Başını çook uzun süre dik tutabiliyor. Eliyle bir şeyleri kavrayabiliyor, istemediğini itebiliyor, bol bol gülüyor, kahkahavari sesler çıkarabiliyor. Bilinçli "aaa" diyor. Konuşmaya çalışıyor. Aynada kendisine cilve yapıyor, babasını özlüyor, küsüp trip yapıyor (bu huy tamamen anneden alınmış), anne kucağındayken bacağını omzuma atmaya çalışıyor, boyu 60 cm, kilosu 5650'ye ulaştı. 


Birlikte ilk doğumgünümü kutladık. Acayip bir histi. Büyüdük de küçük bebek Arya'yı ziyarete gittik akran Devrim'le birlikte. Sonra ilk oyun halısını edindi Aze Çınar ve çok sevdi. Haşır huşur seslerden çok hoşlandı. Müzik çalan aparatlara bayıldı. Onları tutup çekmeye çalışsa da beceremeyip sinirlendi... Karşılıklı etkileşimleri süperdi anlayacağınız. 


Aze'nin hayatında tüm bunlar olurken ben de "daha mutlu anne, daha mutlu bebek" şiarıyla yüzmeye başladım bugün itibariyle. Daha önce bahsetmiştim şurda. Yüzmek benim içim acayip bir şey. Salt yarım saat yüzmek bile tüm moralimi tavan yaptırdı, acayip enerji sağladı. Yüzme sonrası bir dolu işi halledip, kilolarca ağırlığı eve kadar hiç zorlanmadan taşıdım hatta. Sabahtan beri de yüzümde gülümseme... Bundan sonra en az haftada bir yüzmeyi planlıyorum. Hem fiziksel hem ruhsal faydaları tartışılmaz. 


Ya işte böyle. Kızım biraz daha büyüdü. Daha da büyümek için süt istiyor an itibariyle. Görüşmek üzere.

2 Kasım 2010 Salı

Bebek - Çocuk Kitapları Mimi

Mim diye bir şey var blog aleminde. Okuduğum bloglarda hep rast gelirdim. Bir blogcu herhangi bir konuda yazıyor, sonra o konuyla ilgili sorular soruyor ve seçtiği bir kaç blogcudan o soruları cevaplamasını ya da o konuda yazmasını istiyor. İstediği isimler bloglarında yazıyorlar ve yazının içinde başka blogculardan aynı şeyi istiyorlar. Böylece bir süre sonra o konu hakkında epey bir yazı yazılmış oluyor. Konuya mim deniyor, yazması istenen blogcular "mimlenmiş" oluyor. Blog hayatımda da ilk kez sevgili Blogcu Anne Elif tarafından mimlenmiş bulunuyorum, mutluyum :)


Mim konusu; Çocuk kitapları. Biz henüz Savaş'la bu konuya ağırlık vermeye başlamasak da kafamızdaki gelecek planlardan hareketle cevaplayayım soruları; 


1. Boncuğunuza kitap seçerken en önem verdiğiniz kriterler nelerdir?


Benim için de Savaş için de en önemli kriter hayal gücünü arttırma özelliğinin olması. Biri kitapçı diğeri deli kitap okuru olan iki ebeveyn olarak, zengin kitap dağarcığımız içinden mümkün mertebe gerçeküstü yanları ağır basan kitaplara ağırlık vereceğiz sanırım zaman ilerledikçe. Gerçek nasılsa hayatın her yerinde.  
Bunun dışında, abuk mesajlar vermemesi, çocuğun kafasında sınırlara, net yargılara sebebiyet vermeyecek içerikte olmasına dikkat edeceğiz. Aradığımız en önemli bir başka özellik ise soru sordurması olacaktır. 


2. Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?


Kesinlikle. Demin söylediğim, "yaratıcılık", "hayal gücü" kriteri, ilk olarak kapaktan anlaşılır bence. 


3. Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?


İşte en çok o didaktik tarz çocuğun kafasında yargılara, sınırlara sebep olur bence. O yüzden onayladığım bir tarz değil. 


4. Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı illüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz ya da tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?


Çocuğu irrite edici olmamalı. Anlatılan hikayenin iyi bir tasviri olmalı ki resimlerde çocuk anlatılanın görüntüye uyarlanmasını bizzat görsün, sözü, görüntüye aktarmayı öğrensin. 
Henüz hiç kitap almadım, hediye kitaplarımız var şimdilik. Ama hikayesi uyduruk olan süper grafikli bir kitabı alıp ona hikaye uydurabilirim. 


5. Çocuğunuzun şu anda en sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?


Aze'nin şu an 3 kitabı var zaten :) 
1- Sevgili Melisa'nın hediyesi olan Konuşan hayvanlar 
2- Sevgili Funda'nın hediyesi Yaz Masalları
3- Yine sevgili Funda'nın hediyesi Nazım Hikmet'in Sevdalı Bulut'u


6. Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öyle bir masal mı uydururdunuz?


Ütopik bir dünyayı anlatırdım herhalde. Otostopçunun Galaksi Rehberi ve Mülksüzlerin birleştirilmiş, çocuk kitabı versiyonunu.


Ben de sevgili Başak, Duygu ve yazmaya fırsat bulur mu bilmem ama daha bir haftalık anne Selin'i mimleyeyim :)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...