Lilypie Second Birthday tickers

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Kontrol, 10. ay vs

Tüm aile hasta olduk. Önce Aze Çınar kaptı şifayı, sonra Savaş, en son da ben... Savaş atlattı sayılır, Azoşka öksürüyor hala, ben durmaksızın akan bir burun ve iki gözle çoklukla uyku modundayım. Alçak havaların bir öyle bir böyle kıvraklığı yüzünden herkesler de böyle hasta. Tarih olmuş haziran ben bugün montla dışarı çıktım misal. Çok geriyor beni bu havalar çok.
Perşembe günü hastane günü yapıp, Savaş'a bel muayenesi, bana göz ve şeker, Azoş'a göz, Kayınanneye ortopedi gezip geldik. Azekuşun gözler sağlam, doktor teyzesi "galiba solak Aze" dedi. Mutlu oldum bana benzer bir şeyi daha olacak diye. Sonra da solak beceriksizliği olacak, el becerisi gelişkin olmayacak diye üzüldüm. Sonra olsun beaa zeki olsun da el işi çok dert değil deyip yine sevindim. Sıra bana gelip gözüme damla damlatılınca, bekleme süresinde doktor arkadaşla bebek bakımından girdik, Tracy Hogg'dan çıktık, Siyasetten girdik, kürt sorunundan çıktık. Epey iyi anlaştık. Dışarıya çıktığımda bir yandan durumu tuhaf bulmama şaşıp bilinçaltımı bir kurcalayınca, zihnimin henüz doktor, öğretmen, avukat arkadaşı olacak kadar büyümediğini, kendini daha gençce, çocukca saydığını farkettim. Halihazırda var olan arkadaşlarımın bu mesleklere sahip olması başka, o meslekleri yaparken pek görmüyorum (Bak Erdem daktırda da böyle oluyor evet.) ama mesleğini yapan biriyle arkadaşlık esnasında ufal da cebime gir bilinç altım "doktor abla, avukat amca" yerleşikliğinden kurtulamamış henüz.



Neyse, gözcü doktorla telefon alışverişi yaptıktan sonra, endokrinolog doktora koşturdum, o da 4 aylık hamile çıkınca hobaa onunla da bi saat muhabbet. Lanolin'den, e.a.s.y'e, normal doğum faydalarına başka bir uzun sohbet de burada gerçekleştirdikten sonra farkettim ki, bu hamilelik ve doğum işiyle ilgili epey bilgi biriktirmişim, paylaşmaktan acayip zevk alıyorum ve keşke böyle bir iş yapabilsem...

Efendime söyleyeyim, Aze Çınar'ın 10. ayına 5-6 gün bir şey kaldı. Boy olmuş 75 cm. kilo olmuş 10. ayakta duruyor, yürüyor ellerini tutunca. İyice afacan, hareketli, ele avuca sığmaz bir şey oldu. Bir de çok geveze :) bıdırbıdır bir şeyler anlatıp duruyor. Kucaktan kucağa atlıyor. Kimi istiyorsa ısrarla onu çağırıyor. Alkış yapıyor, bay bay yapıyor, oynuyor, dans ediyor, çok güzel sarılıyor, kafasını boyna gömüveriyor, dışarı çıkılacağını anlıyor, hevesle bekliyor. Lakin pek sulugöz oldu şu hastalıktan beri, umarız kalıcı olmaz. Ve Aze sıralıyor. Sıralamak; bebeğin koltuk, sehpa vs tutunup ayakta durması, tutunarak yürümesiymiş ben de Aze'yle öğrendim. Aze Hatun, babasının bambamı çatır çatır sıralıyor.

Bu yazı 15 kere ara verilerek yazılmıştır, Aze'nin maması, ağlaması, öksürüğü vs gibi sebeplerden. Daha çok şey yazacaktım unuttum.
Devamını Oku »

26 Mayıs 2011 Perşembe

Gelin itiraf edelim...

Hadi hadi anneler gelin itiraf edelim, bebeklerimizden bir süre ayrı kaldığımız özellikle serbest zamanlarda, hemen "ayyyyyyy çok özledim bebeğimi, dayanamıyorum hasretine, zaman hemen geçse de hemen kavuşsak." demiyorsunuz. Sessizliğin, yemek-altdeğiştirme-uyku-kıyafet takibi-sorumluluğunun olmaması inanılmaz güzel bir şey ve ben şu melek Aze'me rağmen böyle hissediyorsam, bu sorumlulukların dışında bir de yaramaz ruhlu çocuklarla gün içinde baş etmek zorunda kalan anneler de hissediyordur. (tamam tamam hissetmeyen en mükemmel anneler de var onlara bebek bezi armağan ediyoruz. )

Dün Savocum balım gaymaam, aldı Aze'yi önce doktora sonra da annesine gitti. Ertesi gün de Anadolu yakasında doktora gideceğimizden daha kolay olacağını düşündü. Bir de aile hasreti ile de ilgili tabi. Bense sabah 7.30 civarı 4. Levent'te iş başı yaptığımdan tee karşıya geçmeyi asla düşünmedim tabii ki. E böyle olunca ne olmuş oldu peki? Sabah 07.00'den diğer gün 13.00'e kadar tam 30 saat tekkk başına kaldım. Gündüz orası senin burası benim kahveciydi, dükkancıydı, sohbetti gezdim. Akşam ise Rumeli Hisarı'ndaki tepeye konuçlanmış şahane çay bahçesinde manzarayla mest olup, geyiğin dibine vurdum, Eve gece yarısı geldiğimde bir an "şşş yavaş olayım Aze uyanmasın" ve daha sonra "saat geç oldu mamasını hazırlayayım" diye düşünüp sonra bunları yapmak zorunda olmadığımı farketmek pek bi güzeldi :)

Aze ile hayatımda eskiden yapıp da şimdi yapamadığım hiçbir şey yok. İlk zamanlar biraz daha temkinli olmaktan ve süt verme işinden kelli biraz daha fark etse de onlar da geçince tamamen eski hale döndüm. Aze uslu, uyumlu bir çocuk olduğundan hiçbir eğlencemizi engellemiyor, dışarıda içmekten, arkadaş da kağıt oynamaya kadar, mitingden konsere kadar her ortamda neşeli, uyuması gerektiğinde uyuyan, yemeğini sorunsuz yiyen, şahane bir insan. Diyeceksiniz ki o zaman yukarıda anlattığın mutluluğun sebebi ne? Şöyle ki, bu hissin sebebi Aze değil, Aze'nin yükümlülükleri. Yani dmein saydığım her yere giderken bir saat Aze'nin tüm ihtiyaçlarını alıp çanta hazırlamam gerekiyor. Belli saatlerde yemek vermem gerekiyor, alt temizliğini, uyku saatini kaçırmamam gerekiyor. E bu sorumluluklar da ne kadar rahat yapılırsa yapılsın, sevgili ile ne kadar paylaşılırsa paylaşılsın insanın üzerinde ağırlık oluyor. Haliyle de ara sıra tek başına özgürlük şahane oluyor. Ha Azoşka'nın tüm bu ihtiyaçlarını, benim hiç ama hiç düşünmediğim bir şekilde yapan biri olursa yanımızda Azoşka da yanımda olabilir o da güzel :))

Yani tabii ki kısa süreli ayrılıklar bahsettiklerim, ayrılığın son saatleri iyice aramaya başladım mesela, daha fazlası zor geçer. Ama kocamı nasıl özlediysem, kızımı da öyle özledim. Ama nasıl "argghh allhım kocamsız nasıl geçecek bu 30 saat demeyip günü yaşayabiliyorsam, minik kuzum için de bunu demiyorum. Hatta karşılıklı iyi bile geldiğini düşünüyorum.

Bu satırları okuyanların hatırı sayılır bir kısmının "Oha bulmuş da bunuyor." diyeceğini biliyorum. Melek gibi bir bebeğe sahip olup hemi de fazlasını istiyor diyecek olan haşarı bebek analarını babalarını esefle kınarım. "Senin iç kanama geçiriyor olman benim gribimin derdini hafifletmiyor ki güzel kardeşim" der kaçarım.
Devamını Oku »

24 Mayıs 2011 Salı

Bazen sadece yaşamak her şeydir

Cuma arkadaşımız Perihan'lara gittik içmeye. Özgün, Başak, Hilal, Savaş, Aze ve Ben güzel bir akşam geçirdik, ertesi gün ise öğleden sonra çıktık evden. Altunizade'de karşıdan karşıya geçeceğiz, yaya geçidindeyiz, Bir beyaz minibüs durup yol verdi bize. Yola çıktık, ben arabalara doğruyum, Savaş ve Aze benden sonralar. Ben başımla teşekkür ettim şoföre, minibüsten sonraya bir adım için hamle yaptım, başka bir minibüs daracık kısımdan diğer minibüsü sollayıp gaza bastı bizi görmeyerek, beni sıyırdı geçti. Kendi çığlığıma irkildim. "takk" sesini duymayı beklerken, kafamı sola çevirdiğimde ve Aze ile Savaş'ı havaya fırlamış göreceğimden çok emindim ve aklım çıkmak üzereydi. Allahtan Savaş, son anda bir refleksle geri çekilmiş, kendini de Aze'nin arabasını da geri çekebilmiş. Biz ve çevredekiler giden arabaya epey küfrettikten sonra, karşıya geçebildik ve sanırım bir 10 dakika ağladım. Aze'ye baktım baktım ağladım. Anlatılamaz bir histi. İkisinin de öleceğinden çok emindim 1 milisaniye ve o minicik anın dehşetinden kurtulamadım.

Aslında hala da kurtulabilmiş sayılmam. Aze hasta pazardan beri. Canı acıyor, burnu akıyor ve sildiğimizde yine canı acıyor, öksürüyor uykusundan uyanıyor, çok terliyor, hapşuruyor... Bugün doktor arkadaşımıza götürdük, ciğerleri temiz çıktı neyse ki. Kan aldılar ama kimi testler için, annesine benzemiş damarları, zor bulunuyor. Zaten bebeklerden kan almak zor, Aze'nin daha uzun ve zor oluyor. Dakikalarca ağladı yavru. Dayanamadım bir dakikalığına dışarı çıktım.

Eve geldik, keyfi kısmen yerinde. Ama sıklıkla ağlamak gibi bir hastalık alışkanlığı oldu. Hali de çok sefil yazık. Tüm bunlar olup biterken, tam başlıktaki gibi hissediyorum yoğun olarak. Sağlıklı bir şekilde hayattaysan başka çok şeye de ihtiyacı yok insanın. Başka şeylerin olur olmaz, edinirsin edinmezsin başka ama olmasa da dert edilecek şey değil.

Sevdiklerin yanında yaşıyorlar mı? Bitti.
Devamını Oku »

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Özgür olmak ya da olmamak

Hayat hep acayip, pek acayip. Bazen sadece bir şeyi "yapabilme" hali yetiyor insana. Yıllarca yapmasa da, aklına bile gelmese, istese yapabiliyor olmak yetiyor. Yıllarca yapabilme ihtimali varken yapmayıp, çat diye o yapabilme ihtimali ortadan kalktığında ise, o yıllardır yapmadığı şey için arıza çıkarabiliyor. O şeyi yapamıyor halde olmak dayanılmaz gelebiliyor...  
Somutlarsam, biz çok uzun süredir tv izlemiyoruz. Hamilelikten de çok önceden beri. Eski evimiz epey büyüktü, televizyonun durduğu odaya misafirden misafire geçip, kendimizken bilgisayar-kitap odasında vakit geçiriyorduk. İzlemek istediğimiz dizileri, filmleri, istediğimiz saatte internetten izliyorduk. Haber takibi vs yine internetten. Sonra  şu anki eve taşındık, bu ev diğerinin yarısı kadar. Aze ve bizim odamız dışında bir oda var. Bilgisayar, kitaplar, tv, yemek masası hepsi bi odada. Bu evde eski evden farklı olarak, uydu falan da yok. Almadık, almaya da hiç niyetimiz yok. Fakat istediğimde açıp izleyemeyeceğimi biliyorum ya acayip sıkıntı yaptı bende antensizlik. E kaç yıldır izlemiyorsun ki bir şey? Olsun, izleyebilme özgürlüğüm vardı. Bir kaç hafta kendi kendime "höfff anten olaydı da tv izleyeydim." diye söylenip durduktan sonra küçük bir anten aldık ve ben anten geldikten sonra tvyi sadece bir kez Behzat Ç. izlemek için açtım, daha da açmadım. Eh artık istediğimde açabilme özgürlüğüm vardı, o yeter. 


Esas bunu yazma nedenim ise bugün Aze'nin babasıyla dışarı çıkması ve benim 9 aydır ilk kez evde yalnız olmam. Ben dışarıya tek başıma çok çıktım. Ama ilk kez evde tek başıma kaldım. Resmen kapıdan iteleyerek çıkardım ikisini. Daha kapıdalarken çat kapadım ve sevinçle içeri attım kendimi. Ohh allahım çok mutlu ve heyecanlıydım. Twitter'a ve feysbuka yazdım; "‎9 aydır ilk kez evimde yalnızım! allahım ne saadet... diyeceğim ama aze varkenden farklı ne yapacağımı da bilmiyorum. olsun hissiyatı yeter!" çeşitli öneriler geldi, "uyu", "uzun bir duş al" gibi, annelerin kendilerinin en çok özlediği şeylerle ilgili :) Fakat balAze saatli, programlı, düzenli uyku uyuyan bir bebek olduğundan ve ben tüm bunları yapabildiğimden, ne uyumak ne duş almak ne kitap okumak ne internet başına geçmek benim için dört gözle beklenen şeyler değildi. Şöyle bir durdum baktım ki yapamadığım ve yapmak için beklediğim bir şey yok, normalde Aze 19.30 civarı uyuduğunda yaptığım gibi nete bakındım, birbirinden eğlenceli ve en çok zamanımı alan üye olduğum 5-10 mail grubundaki mailleri okudum, twittera, sözlüğe, feysbuka baktım, çalıştım, seçim otobüsü geçti bangır bangır "aha Aze uyanacak" diye panik yapıp sonra "hohoyt Aze yok ki" dedim. Sonra sallana sallana çıktım evden, Taksim'e vardığımda Starbucks'tan kahve alayım da bebek arabası yönetme derdi olmadan güzel güzel içeyim dedim, aldım kahveyi ve bebek arabası olmadan cadddenin ortasında elinde kahve yürümenin ne kadar gerzekçe olduğunu farkettim.  Ve Aze'siz zamanın sonunda farkettim ki aslında Aze'nin varlığı hayatımda yapabileceğim hiçbir şeyi engellemiyor. Kalitesini düşürüyor belki, yaptığım şeyler yarım yamalak, dikkatimin çoğu Aze'de şekilde yapılıyor olabilir ama netice olarak yapılıyor halde. Azoşkam hiçbir şeye engel değil.


FAKAT yazının başına dönersek, Aze hiçbir şeye mani olmasa da evden çıktıklarında yaşadığım sevincin sebebi: Özgürlük hissinin yaptığın-yapmadığınla ilgili değil, yapabilme hakkına sahip olmanla ilgili olması idi. Yani Aze yokken, Aze yok. Ve ben bugün yapma ihtiyacı duymadığım, hayatımda yeri bile olmayan her şeyi yapma hakkına sahiptim Aze yokken. İstersem çıkıp deli gibi sokaklarda yürür, istersem bağıra bağıra şarkı söyler, istersem yüksek sesle müzik dinlerdim. Aze varken yapmadığım bu şeyler aslında Aze var diye değil benim isteğim olmadığı için yapmadığım şeyler olsa da aslında Aze'nin varlığı yapmasam, yapma ihtiyacı duymasam bile engel. Yani tv izlemek benim için ihtiyaç olmasa da orada olduğunu bilmek güzel. Bugün Aze gittiğinde hayatımda hiçbir şey değişmese bile istesem değişebileceğini bilmek güzeldi. Yalnızlık bir ihtiyaç olmasa da, akşamları Aze uyurken istediğim kadar yalnız olsam da (Savaş akşamları çalışıyor) Aze'nin içeride uyuyan varlığı aslında özgür bir yalnız olmadığımı sürekli hissettiriyor bana. İşte o yüzden bugün Azesiz 3 saat, her akşam yaptığım şeyleri yaparak ekstra mutluluk yaşattı bana :)


Bebekleri gece sık sık uyanan, ağlayan, banyo yapmaya bile fırsat bulamayan, bebek dışarıda huzursuz olduğundan dışarı istediği gibi çıkamayan çilekeş annelerin küfürlerini "başlarım aslında yalnız olamamana"larını duyuyor, direk kaçıyorum.
Devamını Oku »

17 Mayıs 2011 Salı

Bebekle yolculuk

Elmyra Su, Aze'yi yerken
Aze Çınar 3 kere uçtu şimdiye kadar. Üç yolculuk da sorunsuz geçti. Uçak kalkarken ve inerken, süt-su-komposto bir şeyler içmesini sağlamaya çalıştık ki basınç çene hareketiyle geçsin de kulakları, başı ağrımasın. Çatlak teneke bir biberon dolusu erik kompostosunu bir dikişte bitirince inerken ne yapacağız diye panik olsak da inişte emzik vererek hallettik onu da. Azoşka uyumlu ve sakin bir bebek olduğundan -zaten 1 saat süren- yolculuk esnasında "yok kemer taktırmam", "yok ayağa kalkıcam" vs hareketleri olmadı. Olma ihtimaline karşı sevdiği oyuncaklarını almıştım yanımıza. Bir de mama. Ki Aze Hatun mama olunca derhal yemeye odaklanıp huysuzluğu keser. Yine huzursuzluğa yol açmasın diye başka bir önlemimiz, uçağa binmeden hemen evvel altını değiştirmek oldu. Öncekilerde daha minikti, kucağımızda pek kıpırdamadan, biberonunu içip, uyuyup bitirmişti yolculukları.

Aze ortamın tek manyağı annesini
denize girerken şaşkınlıkla izliyor
Bu sefer dönüş işini ayarlayamadık, Azoşka uyumludur, idare ederiz, hallederiz deyip çok zorlamadan uçak koşullarını otobüs bileti aldık. Otobüse binişimizin hemen ertesinde otobüse binen 5-6 çocuklu kalabalık aile, onlardan ayrı 2-3 çocuk, arkamızdaki yolculuğun 1. saatinde takıştığımız beyaz Türk kadın, çocuklu ve türbanlı oldukları için yolculara berbat davranan ve kavga ettiğimiz suratsız muavin, pazar dönüşü trafiği ve pazar dönüşü feribot sırası bu kararımızın nasıl yanlış olduğunu ısrarla kanıtlamış oldu.  Aze'cik tam dalacak, çocuklardan biri çığlığı basıyor Aze uyanıyor, tam dalacak, muavin birine bağırıyor. 12.00de çıktık yola, 19.00'da evde olmamız gerekirken 22.00'de gelebildik eve. Yiyecek işini ona göre ayarladığımızdan, Aze'nin yemek saati de geçti. Alibeyköy'den eve dönerken takside sabrının sonuna gelen Aze başladı deli gibi ağlamaya. Süper şahane bir insan olan Azekuş, yetişkin insanın zor dayanacağı yola, aç ve uykusuz halde iyi bile dayandı. Eve girerken mammmm diye ağlıyordu yavrukuş. Mamasını hızla bitirdi, yatağa kafayı koyar koymaz uyudu. 2 gün oldu hala da tam dinlenebilmiş değil yavrucak. Bir musibet bin nasihat... Bir daha başka şansımız kalmadıkça otobüse binmemeye yemin ettik.

Aze ile ilgili genel bilgiler; Aze bay bay yapmayı biliyordu, şimdi de alkışlamaya başladı. acayip seviniyor yaparken de. Ayakları üzerinde durabiliyor, elinden tutunca yürüyor (bunu yazmıştım sanki daha önce.) Savaş'la karar almıştık, "bizim kız da çok zeki" anlamına gelen cümleler kurmayacağız diye ama bunu yazmazsam çatlarım: Otobüste koltuk arkası tvler vardı. Aze'ye tv izletmediğimiz için, açık olan dokunmatik  tvleri kapattık. Aze yaptığımızı gördü. Sonrasında bastığımız yerlere basarak tv'yi açtı, gelen ekrandan tv kanal seçeneğini seçti ve açtı! biz biraz dehşete düştük. Gelene kadar da fırsat buldukça aynı şekilde açtı tvyi. Saçları uzadı. Pek tatlı.
Devamını Oku »

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Ölüyoruz Anlasana!!!!!!

Her gün ölüyoruz, herrrrr gün ölüyoruz, öldürülüyoruz. 


Seviyorlar öldürüyorlar,
Kızıyorlar öldürüyorlar,
Kıskanıyor öldürüyorlar, 
Suçluyor öldürüyorlar,
İstiyor öldürüyorlar, 
Boşanıyoruz öldürüyorlar,
Başkasını seviyoruz öldürüyorlar,
Babamızın istediği ile evlenmek istemiyoruz öldürüyorlar,
"Cinnet geçirip" öldürüyorlar, 


Her gün ölüyoruz, herrrr gün ölüyoruz. 


Karakollar "Ailesiniz gidin barışın." diyerek ölüme, şiddet gördüğümüz yere geri gönderiyorlar bizi. Mezar taşlarımızın  yarısında ölüm sebebi "Ailenin kutsallığı" yazsa yeri. 


Öldüreceklerini deklare ediyorlar, savcılıktan koruma istiyoruz, "yok" deyip vermiyorlar, polisleri Recep Tayyip'in afişini korumakla meşgul, 


Dava açıyoruz, hakimleri cezaevlerini gazetecilere uygun görüyor, potansiyel katillerimiz, tecavüzcülerimizi sokaklara salıyor. 
Yeter artık!!! Yeter yaşamlarımız bu kadar ucuz değil, yeter öldürmeyin bizi, göz yummayın, ses çıkarmayan, göz yuman herkes katildir, bunca cinayete göz yummayın. 


Ayşe Paşalı kocası tarafından dövüldü, tecavüze uğradı 2 yıl önce. Pişmanım dedi serbest bırakıldı. Tehdit etmeye devam etti. Ayşe savcılığa başvurdu, sonuç alamadı, koruma istedi vermediler. Ve Ayşe kocası tarafından öldürüldü. Geriye 3 çocuğu kaldı. 


Artık kadınları göz göre göre öldüren ve doğru düzgün ceza almadan yırtan katiller olmasın diyoruz, hukuk işletilsin ve en azından katillerimiz cezasını bulsun istiyoruz. 12 Mayıs'ta Ayşe'yi öldüren katilin davası var. 


Biz kadınlar Ayşe Paşalı’nın davasının kararını beklemek üzere İzmir’de Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde, İstanbul Taksim Meydanı’nda, Ankara’da Yüksel Caddesi’nde, Eskişehir'de, Antalya’da, Van’da, Sinop’ta, Urfa’da, Diyarbakır’da, Adana’da, Trabzon’da, Antep’te, Samsun’da, meydanlarda, kadın örgütlerinde Çarşamba akşam ve Perşembe sabah 7 24 nöbette olacağız.


Bu akşam 19.00'da Taksim Meydanı'ndayım ben kızımla. Bizi öldürmeyin, katillerimizi serbest bırakmayın demek için. 


"Kadın Cinayetlerine Karşı 7/ 24 Nöbeteyiz…
Kadınlar en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor!
Kadın arkadaşlarımızı en çok boşanma süreçlerinde kaybediyoruz.
Kadınlara rağmen güçlendirilen ‘aileler’ içinde kaybediyoruz…
Kadınlar savcılıklara başvurduğu durumda da göz göre göre öldürülüyor.
Kadın cinayetlerinin yüzde bin dört yüz arttığı, maalesef her gün gazetelerden bir kadın arkadaşımızı daha kaybettiğimizi haber aldığımız koşullarda Yasama, Yürütme, Yargı bu katliamı sadece seyrediyor!
Katliam haline gelen kadın cinayetlerini fark etmemek, görmezden gelmek nasıl mümkün olabilir derken içinde kadınlara yönelik şiddet, kadın cinayetleri ile ilgili herhangi bir acil eylem planı, projesi, stratejisi hatta bunlara dair tek satır geçmeyen, kadınların çoğunluğu için baskı, şiddet, sömürü ve kimi zaman ölüm mekanı olan aileyi güçlendirmekten gayrısını öngöremeyen  parti programlarıyla karşı karşıya olduğumuz bir seçim sürecindeyiz.
Kadın Cinayetleri Politik!
Artık herkesin görmesi gerekli ki; Kadın cinayetleri münferit değil, adli vaka hiç değil. Kadınları güçlendirme politikaları yerine en çok kadınları tehdit etmek için kullanılan, üstelik şimdilerde 18 yaşına çekilen bireysel silahlanma politikaları, kadınları güçsüzleştiren aileyi güçlendirme politikaları uygulandığı, gerekli yasal düzenlemeler yapılmadığı, var olan yasalar uygulanmadığı, uygulama için gerekli bütçe ayrılmadığı ve kadın - erkek eşitliğini sağlayacak politikalar hayata geçirilmediği için kadın cinayetleri artarak sürüyor. Kadın cinayetleri münferit, kadının yeri evi, kocasının dizinin dibi sayıldığı için, süre giden katliam politik gündemin dışında bırakıldığı için sürüyor. Artık rakamları telaffuz etmeye dahi dilimiz varmıyor, günde 5 kadın, yılda binlerce kadın öldürülürken hemen bir acil durum-eylem haline, teyakkuza geçilmesi gerekirken hala bu katliam münferit, vaka-i adliyeden sayılabiliyor…
Bu zihniyete, bir kadın arkadaşımızı daha kaybetmeye, bu konuda hiçbir adım atılmaksızın kaybedilen bir güne dahi tahammülümüz yok iken bu zihniyetle, korkarız bir kısmımızın hayatta kalamayacağı bir 5 yılı daha düşünemiyoruz…
12 Mayıs’ta yok sayılan 25 milyon kadından, aile içinde kaybettiğimiz arkadaşlarımızdan biri Ayşe Paşalı’nın karar duruşması var. Haksız tahrik, iyi hal indirimleri talep eden ve çoğunlukla alabilen katiller, bu katliamı görmezden gelen, durdurmak için üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmeyen tüm suç ortakları hala aramızda, serbest, sorumsuz, duyarsız…
Kadın Cinayetlerine Karşı Hep Birlikte!
Biz kadınlar Ayşe Paşalı’nın davasının kararını beklemek üzere İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da, Van’da, Sinop’ta, Urfa’da, Diyarbakır’da, Adana’da, Trabzon’da 7/ 24 nöbetteyiz.
Biz kadınlar kadın cinayetlerine karşı, birlikte, Ayşe Paşalı duruşmasından çıkacak kararı, kadın cinayetlerini görmezden gelen yasama, yürütme, yargı organlarını, siyasal partileri, medya, demokratik örgütler ve tüm toplumun kadın cinayetlerini durdurmak için harekete geçmesini beklemek üzere nöbetteyiz.
Öfke ve isyanla buradayız. Öfkemiz kadınların emeklerine el koyan, bedenlerini kendi denetiminde gören erkeklere... Erkeklerin şiddetini meşru gören ve hayatı erkeklere göre ören erkek egemen sisteme ve kurumlarına… Değil temel haklarını can güvence altına almak devletin, hükümetin can güvenliğini sağlayamadığı 25 milyon kadının bugünü ve yarınları için öfke ve isyanla buradayız. 25 milyon kadını sorumlulukları dışında gören tüm mercilere öfke ve isyanla buradayız. Bu ülkede kadınların varlığı, hakları kadar canının hiçbir kıymeti olmadığını, kadınların devleti, hükümeti, yargısı olmadığını görmenin öfke ve isyanıyla buradayız. Kadın dayanışmasına, kadınların öfke ve isyanına inancımızla buradayız.
Bu öfke ve isyan siz duyarsız, sorumsuz kaldıkça sürecek, siz sorumsuz ve duyarsız kalamayıncaya kadar büyüyecek…
Öfkemiz kadın-erkek eşitliğini bir ölçü birimi, kadın cinayetlerini münferit ya da yok sayanlara… Kadın katliamı yaşanan bir ülkede kılını kıpırdatmayan, her konuda en şiddetli kavgaları ederken kadın-erkek eşitliğini sağlamak, kadınlara yönelik şiddet ve kadın cinayetleri söz konusu olduğunda sessizlik ve inkarda tam bir mutabakat içinde olan tüm partilere, kurumlara…
Öfkemiz ve isyanımız bugün Türkiye’nin ilk imzacılarından olduğu Avrupa Konseyi Kadına Karşı ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun Önlenmesi Sözleşmesi gibi imzalanan nice uluslararası sözleşmenin kağıt üstünde kalmasına, 25 milyon kadına uluslararası prestij aracından öte bir ehemmiyet verilmemesine…
Öfkemiz ve isyanımız, 1 yılı aşkın bir süredir kadın cinayetlerinin adli ve münferit ve çözümsüz olmadığını, politik irade gösterilebilirse mücadele dilebilir olduğunu ve yapılması gerekenleri defalarca yinelediğimiz halde siyaseten kör, sağır, dilsiz davranan tüm partilere, kurumlara... Bu katliam sürerken tüm ilgili mercilerle acil bir eylem planı hazırlamayan, uygulamayanlara, haksız tahrik indirimi uygulamasını sürdüren, yeterli sayıda sığınak açmayan, var olan yasaları uygulamayan, gerekli yeni yasal düzenlemeleri yapmayanlara… Öfkemiz ve isyanımız kadın erkek-eşitliğini fiili olarak sağlamak için harekete geçmeyen, hatta direnen,  her vesile ile tartışmaya açanlara ya da hiç telaffuz etmeyenlere…
Size söyleyecek sözümüz kalmadı artık, ya 25 milyon kadının hayatı için görevlerinizi yapın ya da hayatımızdan çekin gidin!
İstanbul Feminist Kolektif / 11.5.2011"



Devamını Oku »

10 Mayıs 2011 Salı

Anneler Günüm



Bizim kuzu kamera görünce delirdiğinden, gizli kamera ile çekeyim dedim, ama ben hazırlayıp, gizleyene dek bizimkinin enerjisi epey azalmıştı. Yine de tadımlık olsun. 

Esrin-Esin-Tolga-Ahu-Mumu
Özlem ve Maya
Bu hafta sonu anneler günüydü biliyorsunuz. Aslında böyle özel günlerden hiç hoşlanmasak, tüketim günü olarak görsek, sevene sevilene her gün özel desek de, şu son dönemde hayatımızdaki kocaman gelişmelerin sonucunda "anne" olmuş olarak böyle bir günü yaşamakla eğlendik hep beraber. İlk anneler günümdü. İlk anneler günümde Savaş ve kızım bana mor bir saat almışlar. Lafın gelişi değil ha, Savaş Aze'nin önüne çıkarmış bir sürü saati, Azoşka da benim kızım olduğunu hemen belli ederek, mor olanını seçmiş. Anneler günümüze, 5 anne, 5 bebek, 4 baba kahvaltı yaparak başladık. Aramızda karar verdik ki, bizim gibi ailelerin bebeleri sakin ve uyumlu oluyor. 6 ila 19 ay arası 5 bebe hiç mi rahatsız etmez insanı? Hiç mi arıza çıkarmaz? Çıkarmadılar valla, güzel güzel sohbetlerimizi ettik, kahvaltımızı yaptık.  Bu arada Şirvan Kebap; Açık büfe kahvaltısı, çocuk oyun odası, mama sandalyesi, alt değiştirme-emzirme bölmesi, ferah mekanı ile artı, mama sandalyelerinin kirli, alt değiştirme yerinin küçük ve ters olması sebebiyle eksi oy aldı tarafımdan, 10 üzerinden 7 ile başarılı sınıfında yer aldı. 

Sonrasında önce Orman Genel Müdürlüğü sonra İstinye Park gezisi ile bitirdik anneler günü gezmesini. Behzat ile de altın vuruş yaptık. Pek güzeldi pek keyifliydi. 
Özlem(D)-Maya
Aze kuş son günlerde beni pek özlüyor ve eve geldiğimde çılgına dönüyor. Sarılıyor, yüzümü öpüyor, ısırıyor, saçıma doluyor ellerini kafama sarılıyor... Uyumak istemiyor yeniden işe gideceğim diye, yanımda kalmak istiyor. Üstelik taş çatlasın 3.5 saat dışarıdayım. Sabah akşam mesaiye başlasam ne olacaktı hiç bilmiyorum.Ayakta duruyor epey, kollarından tutarsak adım atıyor. Yürütecini ise ustaca kullanmaya başladı, dönüyor, çekiştiriyor, engeller aşıyor, tek ayak, çift ayak şov yapıyor. Doymayınca mam mam diyor. Baba diyor, anne ne demek biliyor. "Anne nerede, anne geliyor" gibi cümleleri anlıyor bana bakıyor, odada yoksam kapıya bakıyor. İşten dönüşümde kapıyı çaldığımda "Anne geldi" dediler mi hemen delirmeye başlıyor.
Doruk ve Aze kuş camdan bakıyor!
Hayat tamamen normale döndü. Hormondu, süttü, sağmaydı, lohusalıktı, tüm korkunç günler tamamen bitti. Bundan 1.5 yıl önceki Derya tamamen geri döndü. Dolayısıyla mutluyuz, mesuduz. Aze kuşun hayatmızdaki varlığına da tamamen alıştık ve onu hayatımıza uyarlamayaı öğrendik, o mutlu, biz mutlu, hayat güzel. Yaz da geliyor ki hepten güzel. Anne olmak güzel bir şey. Bunu farketmek 6-7 ay sürüyor olabilir. Olsun, farkettikten sonra çoook uzun bir zaman var nasılsa keyfi için.
Devamını Oku »

8 Mayıs 2011 Pazar

Aferim

Aferim bana ki bir önceki yedi postunda te başlıktan vermişim hatayı.
8 o efenim 8.
8. yılımız bitmiş, 9.'a girmişiz. Tek hatamız bu olsun.
Devamını Oku »

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Yedi

 tam 7 yıl önce bu vakitler, manyak gibi dans edip, halay falan çekip içiyorduk bir yandan da. acayyip eğleniyorduk. gündüzünde ise epey çile çekmiştik. dile kolay şuradaki ve şuradakine  benzer gudik şeyler giyili vaziyette tanımadığımız insanların bizi öpmekteki ısrarıyla savaşmakta, karşılığında altın veriyor olmaları hasebiyle sessiz kalma kararı verkmekte idik. 

şaka değil düğün salonuna ayyayye koko cambo ile girmiş iki zavallıyız. oysaki olanca kıro solculuğumuzla merdena mına ile girme talebimizi belirtmiş, gereken altyapıyı sağlamış idik. israil ve amerika'nın bu elim olaydaki parmaklarından hala şüpheliyiz. 
bu şoku atlatamadan ise ümit besen ile dans etmiş, bıçak kesmiyor diyen garsonu bıçaklamış idik. bu sonuncusu şaka, bıçaklamadık, pastayı kafasına geçirdik. 

"yeaa bırak o da eksik kalsın", "bu da olmayıversin", "geç onu geç" şeklindeki yaklaşımlarıma cinnet geçirmeye 5 kala edasında göz deviren aney, duvak da almadığımı görünce cinnete 1 kalaya kadar gelmişken "temam temam" diyerek pes etmiş, son anda nereden ayarlandıysa getirilen bir bildiğin tülü kafama örtmüştüm. ahahah şaka değil! yani tül değil elbet ama kafamla direk hiçbir bağlantısı olmayan bir duvak tepemden sarkar iken salona girmiş ve cambaz edasıyla (ve ümit besen çalarken ühühühühüh) dans etmek zorunda kalmış idik. o duvak sen kay, çınarlıada garibim tutmaya çalış, saryade sinirlen, o zamanlar henüz dilde seksizme duyarlı olunmadığından "sikecem duvağını da gelinliğini de" şeklinde söylen falan derken ben soyunup rezalet çıkarmadan bitti neyse ki ümit besen de oturabildik nikah masasına. espri yapma zorunluluğu bulunan nikah memuru ve onunla paslaşmakta zorunlu olan nikah şahidi engelini de kimseyi öldürmeden tamamlayıp, üstüne onyüzbinmilyor kişi öpüp, düğünün en eğlenceli kısmı olan takı sayma merasimini de atlatıp, iki üç tur tey tey kendinden geçip halayı da çektikten sonra, düğünlerin ennnnnn olay çıkarıcı an numara 1'de yer alan aile fotoğrafı çektirme modunu bile atlatıp, akşamında kendimizi taksim'e o manyak kıyafetlerden de kurtulup attık ki normal insanlar bunca manyaklıktan nasıl keyif alabiliyor zerre anlamadan. 

şimdi eğlenceli kısmı özet geçip tüm bu eziyetli saçmalıkları niye anlattım biliyor musunuz, ben tüm bu korkunç saçmalıklara, sonrasında gelen ailenin dahli saçmalıklarına, kurumsallığın dibine girmeye, toplumsal beklenti gerzekliklerinin kıyısından da olsa girmeye sadece ama sadece ama sadece bu adam için katlanırdım, sadece bu adam için katlandım. zira ben gibi delinin agresyonu sıklıkla normal sınırları aşsa da bunca saçmalığı ancak bu adam bu kadar komik ve eğlenceli hale getirebilirdi. (yarın bir gün aze okur diye çocuk sahibi olmak saçmalığı hakkında yazmıyorum hiç, şşşş) 

bunca yıldır yaşadığımız bunca zorluğa rağmen inandıklarımıza asla ihanet etmemiş olduğumuz için, 
rahat edip, mülk sahibi olalım, para edinelim diye kendimizden hiç vazgeçmediğimiz için, 
her tür zorluğa el ele göğüs gerip mücadeleden hiç vazgeçmediğimiz, kendimizi kandırıp kendimizden vazgeçmediğimiz için, 
kavga dövüş de etsek, didişip birbirimizi gıcık da etsek yoldaşlığımızı hiç kenara bırakmayıp kendimizi, ilişkimizi hep ileriye götürdüğümüz için, şahane bir imalat ile olağanüstü ürün aze çınar'ı oluşturduğumuz için,

benimle aynı evi paylaşmaya başladığın ve benim bugüne kadar yaşamamı, sakarlıktan, açlıktan, pislikten, beceriksizlikten ölmememi sağladığın için,

beni çok sevdiğin, kendini çok sevdirdiğin için,

sana koca bir ömür borçluyum. 
işbilir insanım, sana güzellik yapıyor görünüp kendimi sağlama aldım!! 

seni o kadar çok seviyorum ki, bilebilsen çok şaşarsın.
Devamını Oku »

3 Mayıs 2011 Salı

9 iyidir.


Karnımda geçirdiği süre kadarını dünyada da geçirdi Aze Çınar an itibariyle. 9. ayını bitirdi. 9. ay pek hoş geldi. 2 minik dişle, 1 minik ev ve 1 minik işle geldi. Şimdi farkettim ki pek mini mini gelmiş hakkaten. Mini mini not geçeyim o halde;

- Azoşka'm babba, mamma diyor gayet anlamlarını bilerek. Dertlendiğinde, ağladığında, naz yaptığında sarılıp mağmmmmm diye ağlıyor ki ben bunun anne demek olduğunu düşünüyorum :) tüm hamileliğim boyunca house m.d. - greys anatomy falan izlediğimden kızım ingilizceye aşina ondan mam diyo bana ehehhe.
Baya bildiğin şarkı söylüyor. Tempo tutuyor. Müzik kulağı pek iyi.

- Bir haftadır pek değişti huyu kuzumun. Bir yandan biraz huysuzlaştı öte yandan sarılmalar, yanak ısırmaya çalışmalar, ele yapışmalar, kahkahalar dünya tatlısı oldu iyice. El sallamayı öğretti Savaş, "gel" ve "bay bay" şeklinde 2 adet el işaretimiz var.  Huysuzluk da hem diş hem yeni eve alışamamak falan normal tabi.

- Kızım kuzum an itibariyle, peynir, pekmez, ceviz, tereyağı, buğday ekmeği, ıhlamur, yumurta, kıyma, brokoli, pırasa, karnabahar, lahana, bezelye, nohut, patates, şehriye, makarna, pilav, elma, armut, avokado, yoğurt yiyor durumda. Bayadır tartılmıyor ama sanırım 10 kiloyu geçti dana. Tembelliğinden emeklemiyor. Ayakta baya bir duruyor koltuklara ve bilumum yerlere tutunup.


- Evimize iyiden iyiye yerleştik. İteleye iteleye sığdık. Rahata erdik, merkeziliğin tadını çıkarmaya başladık.

- Aze kuzu anne karnının ardından, bizzat da 1 Mayıs'a katılmış oldu. Oynadı, halay çekti, tepindi, halkı selamladı, güldü, kahkaha attı. Velhasıl epey iyi geldi ona 1 Mayıs.

- Aze annesi ise geçici bir işe başladı 40 günlük. Çat diye bir gün içinde oldu bitti. Yaklaşık 18 ayın üstüne de acayip iyi geldi ne yalan söyleyeyim.
Bir de üst üste gelen iki acayip benzer iş teklifi bir kez daha şoka soktu kendisini. Yaklaşık aynı şekillerde, aynı sürelerde gerçekleşmesi istenen benzer iki işin birinin diğerinden 6 kat daha az olması ve üstelik 6 kat fazla olan yüksek olduğu için değil, diğeri yerlerde süründüğü, hakaret gibi olduğu için oluşan bu şokla birlikte, insanda kapitalizmin insanın en korkunç yanlarını nasıl ortaya çıkardığına bir kez daha tanık olmuş oldu. Gidecek bu diyarlardan en kısa zamanda kesin. Hiçbir zaman para kazanmak için ( hem de artı değer üzerinden) bu hallere düşmeyecek.

- Başladığı iş ise, (niye kendimden 3. şahıs gibi bahsetme moduna geçtim hiç bilmiyorum.) yine TV. Seçime kadar sürecek bir program ile ilgili. Bugün ilk günümdü ve uzun bir aradan sonra sevdiğim işi (aslında hangi işi yapsam şu an mutlu olurdum) yapmaktan hemi de tam zamanlı olmayan şekilde yapmaktan mutlu oldum. Kızçemi özlesem de eve geldikten sonra, daha öncekilerden çok daha uzun süreli oynadığımızı ve daha eğlenerek, mutlu olarak vakit geçirdiğimi farkettim.

- Ebeveyn buluşmalarımız olanca güzelliğiyle sürüyor. Dans atölyesinden sonra, bir de Taksim buluşması yaptık. Bu hafta açık hava düşünüyorduk ama benim iş sebebiyle anneli babalı pazar  pikniğine çevireceğiz sanırım. Bekleriz tüm anne ve babaları.  Damdan düşeni damdan düşer anlar ya, şahane iyi geliyor her birimize bu toplaşmalar. Toplaşmalara gelen ailelerin aynı modda olup iyi anlaşması da yap bal oluyor tabi.

Eveeet bu seferlik de bu kadar. Arayı çok açmamak dileğiyle sıcak baharlar dileriz.
Devamını Oku »

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Kontrol, 10. ay vs

Tüm aile hasta olduk. Önce Aze Çınar kaptı şifayı, sonra Savaş, en son da ben... Savaş atlattı sayılır, Azoşka öksürüyor hala, ben durmaksızın akan bir burun ve iki gözle çoklukla uyku modundayım. Alçak havaların bir öyle bir böyle kıvraklığı yüzünden herkesler de böyle hasta. Tarih olmuş haziran ben bugün montla dışarı çıktım misal. Çok geriyor beni bu havalar çok.
Perşembe günü hastane günü yapıp, Savaş'a bel muayenesi, bana göz ve şeker, Azoş'a göz, Kayınanneye ortopedi gezip geldik. Azekuşun gözler sağlam, doktor teyzesi "galiba solak Aze" dedi. Mutlu oldum bana benzer bir şeyi daha olacak diye. Sonra da solak beceriksizliği olacak, el becerisi gelişkin olmayacak diye üzüldüm. Sonra olsun beaa zeki olsun da el işi çok dert değil deyip yine sevindim. Sıra bana gelip gözüme damla damlatılınca, bekleme süresinde doktor arkadaşla bebek bakımından girdik, Tracy Hogg'dan çıktık, Siyasetten girdik, kürt sorunundan çıktık. Epey iyi anlaştık. Dışarıya çıktığımda bir yandan durumu tuhaf bulmama şaşıp bilinçaltımı bir kurcalayınca, zihnimin henüz doktor, öğretmen, avukat arkadaşı olacak kadar büyümediğini, kendini daha gençce, çocukca saydığını farkettim. Halihazırda var olan arkadaşlarımın bu mesleklere sahip olması başka, o meslekleri yaparken pek görmüyorum (Bak Erdem daktırda da böyle oluyor evet.) ama mesleğini yapan biriyle arkadaşlık esnasında ufal da cebime gir bilinç altım "doktor abla, avukat amca" yerleşikliğinden kurtulamamış henüz.



Neyse, gözcü doktorla telefon alışverişi yaptıktan sonra, endokrinolog doktora koşturdum, o da 4 aylık hamile çıkınca hobaa onunla da bi saat muhabbet. Lanolin'den, e.a.s.y'e, normal doğum faydalarına başka bir uzun sohbet de burada gerçekleştirdikten sonra farkettim ki, bu hamilelik ve doğum işiyle ilgili epey bilgi biriktirmişim, paylaşmaktan acayip zevk alıyorum ve keşke böyle bir iş yapabilsem...

Efendime söyleyeyim, Aze Çınar'ın 10. ayına 5-6 gün bir şey kaldı. Boy olmuş 75 cm. kilo olmuş 10. ayakta duruyor, yürüyor ellerini tutunca. İyice afacan, hareketli, ele avuca sığmaz bir şey oldu. Bir de çok geveze :) bıdırbıdır bir şeyler anlatıp duruyor. Kucaktan kucağa atlıyor. Kimi istiyorsa ısrarla onu çağırıyor. Alkış yapıyor, bay bay yapıyor, oynuyor, dans ediyor, çok güzel sarılıyor, kafasını boyna gömüveriyor, dışarı çıkılacağını anlıyor, hevesle bekliyor. Lakin pek sulugöz oldu şu hastalıktan beri, umarız kalıcı olmaz. Ve Aze sıralıyor. Sıralamak; bebeğin koltuk, sehpa vs tutunup ayakta durması, tutunarak yürümesiymiş ben de Aze'yle öğrendim. Aze Hatun, babasının bambamı çatır çatır sıralıyor.

Bu yazı 15 kere ara verilerek yazılmıştır, Aze'nin maması, ağlaması, öksürüğü vs gibi sebeplerden. Daha çok şey yazacaktım unuttum.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Gelin itiraf edelim...

Hadi hadi anneler gelin itiraf edelim, bebeklerimizden bir süre ayrı kaldığımız özellikle serbest zamanlarda, hemen "ayyyyyyy çok özledim bebeğimi, dayanamıyorum hasretine, zaman hemen geçse de hemen kavuşsak." demiyorsunuz. Sessizliğin, yemek-altdeğiştirme-uyku-kıyafet takibi-sorumluluğunun olmaması inanılmaz güzel bir şey ve ben şu melek Aze'me rağmen böyle hissediyorsam, bu sorumlulukların dışında bir de yaramaz ruhlu çocuklarla gün içinde baş etmek zorunda kalan anneler de hissediyordur. (tamam tamam hissetmeyen en mükemmel anneler de var onlara bebek bezi armağan ediyoruz. )

Dün Savocum balım gaymaam, aldı Aze'yi önce doktora sonra da annesine gitti. Ertesi gün de Anadolu yakasında doktora gideceğimizden daha kolay olacağını düşündü. Bir de aile hasreti ile de ilgili tabi. Bense sabah 7.30 civarı 4. Levent'te iş başı yaptığımdan tee karşıya geçmeyi asla düşünmedim tabii ki. E böyle olunca ne olmuş oldu peki? Sabah 07.00'den diğer gün 13.00'e kadar tam 30 saat tekkk başına kaldım. Gündüz orası senin burası benim kahveciydi, dükkancıydı, sohbetti gezdim. Akşam ise Rumeli Hisarı'ndaki tepeye konuçlanmış şahane çay bahçesinde manzarayla mest olup, geyiğin dibine vurdum, Eve gece yarısı geldiğimde bir an "şşş yavaş olayım Aze uyanmasın" ve daha sonra "saat geç oldu mamasını hazırlayayım" diye düşünüp sonra bunları yapmak zorunda olmadığımı farketmek pek bi güzeldi :)

Aze ile hayatımda eskiden yapıp da şimdi yapamadığım hiçbir şey yok. İlk zamanlar biraz daha temkinli olmaktan ve süt verme işinden kelli biraz daha fark etse de onlar da geçince tamamen eski hale döndüm. Aze uslu, uyumlu bir çocuk olduğundan hiçbir eğlencemizi engellemiyor, dışarıda içmekten, arkadaş da kağıt oynamaya kadar, mitingden konsere kadar her ortamda neşeli, uyuması gerektiğinde uyuyan, yemeğini sorunsuz yiyen, şahane bir insan. Diyeceksiniz ki o zaman yukarıda anlattığın mutluluğun sebebi ne? Şöyle ki, bu hissin sebebi Aze değil, Aze'nin yükümlülükleri. Yani dmein saydığım her yere giderken bir saat Aze'nin tüm ihtiyaçlarını alıp çanta hazırlamam gerekiyor. Belli saatlerde yemek vermem gerekiyor, alt temizliğini, uyku saatini kaçırmamam gerekiyor. E bu sorumluluklar da ne kadar rahat yapılırsa yapılsın, sevgili ile ne kadar paylaşılırsa paylaşılsın insanın üzerinde ağırlık oluyor. Haliyle de ara sıra tek başına özgürlük şahane oluyor. Ha Azoşka'nın tüm bu ihtiyaçlarını, benim hiç ama hiç düşünmediğim bir şekilde yapan biri olursa yanımızda Azoşka da yanımda olabilir o da güzel :))

Yani tabii ki kısa süreli ayrılıklar bahsettiklerim, ayrılığın son saatleri iyice aramaya başladım mesela, daha fazlası zor geçer. Ama kocamı nasıl özlediysem, kızımı da öyle özledim. Ama nasıl "argghh allhım kocamsız nasıl geçecek bu 30 saat demeyip günü yaşayabiliyorsam, minik kuzum için de bunu demiyorum. Hatta karşılıklı iyi bile geldiğini düşünüyorum.

Bu satırları okuyanların hatırı sayılır bir kısmının "Oha bulmuş da bunuyor." diyeceğini biliyorum. Melek gibi bir bebeğe sahip olup hemi de fazlasını istiyor diyecek olan haşarı bebek analarını babalarını esefle kınarım. "Senin iç kanama geçiriyor olman benim gribimin derdini hafifletmiyor ki güzel kardeşim" der kaçarım.

24 Mayıs 2011 Salı

Bazen sadece yaşamak her şeydir

Cuma arkadaşımız Perihan'lara gittik içmeye. Özgün, Başak, Hilal, Savaş, Aze ve Ben güzel bir akşam geçirdik, ertesi gün ise öğleden sonra çıktık evden. Altunizade'de karşıdan karşıya geçeceğiz, yaya geçidindeyiz, Bir beyaz minibüs durup yol verdi bize. Yola çıktık, ben arabalara doğruyum, Savaş ve Aze benden sonralar. Ben başımla teşekkür ettim şoföre, minibüsten sonraya bir adım için hamle yaptım, başka bir minibüs daracık kısımdan diğer minibüsü sollayıp gaza bastı bizi görmeyerek, beni sıyırdı geçti. Kendi çığlığıma irkildim. "takk" sesini duymayı beklerken, kafamı sola çevirdiğimde ve Aze ile Savaş'ı havaya fırlamış göreceğimden çok emindim ve aklım çıkmak üzereydi. Allahtan Savaş, son anda bir refleksle geri çekilmiş, kendini de Aze'nin arabasını da geri çekebilmiş. Biz ve çevredekiler giden arabaya epey küfrettikten sonra, karşıya geçebildik ve sanırım bir 10 dakika ağladım. Aze'ye baktım baktım ağladım. Anlatılamaz bir histi. İkisinin de öleceğinden çok emindim 1 milisaniye ve o minicik anın dehşetinden kurtulamadım.

Aslında hala da kurtulabilmiş sayılmam. Aze hasta pazardan beri. Canı acıyor, burnu akıyor ve sildiğimizde yine canı acıyor, öksürüyor uykusundan uyanıyor, çok terliyor, hapşuruyor... Bugün doktor arkadaşımıza götürdük, ciğerleri temiz çıktı neyse ki. Kan aldılar ama kimi testler için, annesine benzemiş damarları, zor bulunuyor. Zaten bebeklerden kan almak zor, Aze'nin daha uzun ve zor oluyor. Dakikalarca ağladı yavru. Dayanamadım bir dakikalığına dışarı çıktım.

Eve geldik, keyfi kısmen yerinde. Ama sıklıkla ağlamak gibi bir hastalık alışkanlığı oldu. Hali de çok sefil yazık. Tüm bunlar olup biterken, tam başlıktaki gibi hissediyorum yoğun olarak. Sağlıklı bir şekilde hayattaysan başka çok şeye de ihtiyacı yok insanın. Başka şeylerin olur olmaz, edinirsin edinmezsin başka ama olmasa da dert edilecek şey değil.

Sevdiklerin yanında yaşıyorlar mı? Bitti.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Özgür olmak ya da olmamak

Hayat hep acayip, pek acayip. Bazen sadece bir şeyi "yapabilme" hali yetiyor insana. Yıllarca yapmasa da, aklına bile gelmese, istese yapabiliyor olmak yetiyor. Yıllarca yapabilme ihtimali varken yapmayıp, çat diye o yapabilme ihtimali ortadan kalktığında ise, o yıllardır yapmadığı şey için arıza çıkarabiliyor. O şeyi yapamıyor halde olmak dayanılmaz gelebiliyor...  
Somutlarsam, biz çok uzun süredir tv izlemiyoruz. Hamilelikten de çok önceden beri. Eski evimiz epey büyüktü, televizyonun durduğu odaya misafirden misafire geçip, kendimizken bilgisayar-kitap odasında vakit geçiriyorduk. İzlemek istediğimiz dizileri, filmleri, istediğimiz saatte internetten izliyorduk. Haber takibi vs yine internetten. Sonra  şu anki eve taşındık, bu ev diğerinin yarısı kadar. Aze ve bizim odamız dışında bir oda var. Bilgisayar, kitaplar, tv, yemek masası hepsi bi odada. Bu evde eski evden farklı olarak, uydu falan da yok. Almadık, almaya da hiç niyetimiz yok. Fakat istediğimde açıp izleyemeyeceğimi biliyorum ya acayip sıkıntı yaptı bende antensizlik. E kaç yıldır izlemiyorsun ki bir şey? Olsun, izleyebilme özgürlüğüm vardı. Bir kaç hafta kendi kendime "höfff anten olaydı da tv izleyeydim." diye söylenip durduktan sonra küçük bir anten aldık ve ben anten geldikten sonra tvyi sadece bir kez Behzat Ç. izlemek için açtım, daha da açmadım. Eh artık istediğimde açabilme özgürlüğüm vardı, o yeter. 


Esas bunu yazma nedenim ise bugün Aze'nin babasıyla dışarı çıkması ve benim 9 aydır ilk kez evde yalnız olmam. Ben dışarıya tek başıma çok çıktım. Ama ilk kez evde tek başıma kaldım. Resmen kapıdan iteleyerek çıkardım ikisini. Daha kapıdalarken çat kapadım ve sevinçle içeri attım kendimi. Ohh allahım çok mutlu ve heyecanlıydım. Twitter'a ve feysbuka yazdım; "‎9 aydır ilk kez evimde yalnızım! allahım ne saadet... diyeceğim ama aze varkenden farklı ne yapacağımı da bilmiyorum. olsun hissiyatı yeter!" çeşitli öneriler geldi, "uyu", "uzun bir duş al" gibi, annelerin kendilerinin en çok özlediği şeylerle ilgili :) Fakat balAze saatli, programlı, düzenli uyku uyuyan bir bebek olduğundan ve ben tüm bunları yapabildiğimden, ne uyumak ne duş almak ne kitap okumak ne internet başına geçmek benim için dört gözle beklenen şeyler değildi. Şöyle bir durdum baktım ki yapamadığım ve yapmak için beklediğim bir şey yok, normalde Aze 19.30 civarı uyuduğunda yaptığım gibi nete bakındım, birbirinden eğlenceli ve en çok zamanımı alan üye olduğum 5-10 mail grubundaki mailleri okudum, twittera, sözlüğe, feysbuka baktım, çalıştım, seçim otobüsü geçti bangır bangır "aha Aze uyanacak" diye panik yapıp sonra "hohoyt Aze yok ki" dedim. Sonra sallana sallana çıktım evden, Taksim'e vardığımda Starbucks'tan kahve alayım da bebek arabası yönetme derdi olmadan güzel güzel içeyim dedim, aldım kahveyi ve bebek arabası olmadan cadddenin ortasında elinde kahve yürümenin ne kadar gerzekçe olduğunu farkettim.  Ve Aze'siz zamanın sonunda farkettim ki aslında Aze'nin varlığı hayatımda yapabileceğim hiçbir şeyi engellemiyor. Kalitesini düşürüyor belki, yaptığım şeyler yarım yamalak, dikkatimin çoğu Aze'de şekilde yapılıyor olabilir ama netice olarak yapılıyor halde. Azoşkam hiçbir şeye engel değil.


FAKAT yazının başına dönersek, Aze hiçbir şeye mani olmasa da evden çıktıklarında yaşadığım sevincin sebebi: Özgürlük hissinin yaptığın-yapmadığınla ilgili değil, yapabilme hakkına sahip olmanla ilgili olması idi. Yani Aze yokken, Aze yok. Ve ben bugün yapma ihtiyacı duymadığım, hayatımda yeri bile olmayan her şeyi yapma hakkına sahiptim Aze yokken. İstersem çıkıp deli gibi sokaklarda yürür, istersem bağıra bağıra şarkı söyler, istersem yüksek sesle müzik dinlerdim. Aze varken yapmadığım bu şeyler aslında Aze var diye değil benim isteğim olmadığı için yapmadığım şeyler olsa da aslında Aze'nin varlığı yapmasam, yapma ihtiyacı duymasam bile engel. Yani tv izlemek benim için ihtiyaç olmasa da orada olduğunu bilmek güzel. Bugün Aze gittiğinde hayatımda hiçbir şey değişmese bile istesem değişebileceğini bilmek güzeldi. Yalnızlık bir ihtiyaç olmasa da, akşamları Aze uyurken istediğim kadar yalnız olsam da (Savaş akşamları çalışıyor) Aze'nin içeride uyuyan varlığı aslında özgür bir yalnız olmadığımı sürekli hissettiriyor bana. İşte o yüzden bugün Azesiz 3 saat, her akşam yaptığım şeyleri yaparak ekstra mutluluk yaşattı bana :)


Bebekleri gece sık sık uyanan, ağlayan, banyo yapmaya bile fırsat bulamayan, bebek dışarıda huzursuz olduğundan dışarı istediği gibi çıkamayan çilekeş annelerin küfürlerini "başlarım aslında yalnız olamamana"larını duyuyor, direk kaçıyorum.

17 Mayıs 2011 Salı

Bebekle yolculuk

Elmyra Su, Aze'yi yerken
Aze Çınar 3 kere uçtu şimdiye kadar. Üç yolculuk da sorunsuz geçti. Uçak kalkarken ve inerken, süt-su-komposto bir şeyler içmesini sağlamaya çalıştık ki basınç çene hareketiyle geçsin de kulakları, başı ağrımasın. Çatlak teneke bir biberon dolusu erik kompostosunu bir dikişte bitirince inerken ne yapacağız diye panik olsak da inişte emzik vererek hallettik onu da. Azoşka uyumlu ve sakin bir bebek olduğundan -zaten 1 saat süren- yolculuk esnasında "yok kemer taktırmam", "yok ayağa kalkıcam" vs hareketleri olmadı. Olma ihtimaline karşı sevdiği oyuncaklarını almıştım yanımıza. Bir de mama. Ki Aze Hatun mama olunca derhal yemeye odaklanıp huysuzluğu keser. Yine huzursuzluğa yol açmasın diye başka bir önlemimiz, uçağa binmeden hemen evvel altını değiştirmek oldu. Öncekilerde daha minikti, kucağımızda pek kıpırdamadan, biberonunu içip, uyuyup bitirmişti yolculukları.

Aze ortamın tek manyağı annesini
denize girerken şaşkınlıkla izliyor
Bu sefer dönüş işini ayarlayamadık, Azoşka uyumludur, idare ederiz, hallederiz deyip çok zorlamadan uçak koşullarını otobüs bileti aldık. Otobüse binişimizin hemen ertesinde otobüse binen 5-6 çocuklu kalabalık aile, onlardan ayrı 2-3 çocuk, arkamızdaki yolculuğun 1. saatinde takıştığımız beyaz Türk kadın, çocuklu ve türbanlı oldukları için yolculara berbat davranan ve kavga ettiğimiz suratsız muavin, pazar dönüşü trafiği ve pazar dönüşü feribot sırası bu kararımızın nasıl yanlış olduğunu ısrarla kanıtlamış oldu.  Aze'cik tam dalacak, çocuklardan biri çığlığı basıyor Aze uyanıyor, tam dalacak, muavin birine bağırıyor. 12.00de çıktık yola, 19.00'da evde olmamız gerekirken 22.00'de gelebildik eve. Yiyecek işini ona göre ayarladığımızdan, Aze'nin yemek saati de geçti. Alibeyköy'den eve dönerken takside sabrının sonuna gelen Aze başladı deli gibi ağlamaya. Süper şahane bir insan olan Azekuş, yetişkin insanın zor dayanacağı yola, aç ve uykusuz halde iyi bile dayandı. Eve girerken mammmm diye ağlıyordu yavrukuş. Mamasını hızla bitirdi, yatağa kafayı koyar koymaz uyudu. 2 gün oldu hala da tam dinlenebilmiş değil yavrucak. Bir musibet bin nasihat... Bir daha başka şansımız kalmadıkça otobüse binmemeye yemin ettik.

Aze ile ilgili genel bilgiler; Aze bay bay yapmayı biliyordu, şimdi de alkışlamaya başladı. acayip seviniyor yaparken de. Ayakları üzerinde durabiliyor, elinden tutunca yürüyor (bunu yazmıştım sanki daha önce.) Savaş'la karar almıştık, "bizim kız da çok zeki" anlamına gelen cümleler kurmayacağız diye ama bunu yazmazsam çatlarım: Otobüste koltuk arkası tvler vardı. Aze'ye tv izletmediğimiz için, açık olan dokunmatik  tvleri kapattık. Aze yaptığımızı gördü. Sonrasında bastığımız yerlere basarak tv'yi açtı, gelen ekrandan tv kanal seçeneğini seçti ve açtı! biz biraz dehşete düştük. Gelene kadar da fırsat buldukça aynı şekilde açtı tvyi. Saçları uzadı. Pek tatlı.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Ölüyoruz Anlasana!!!!!!

Her gün ölüyoruz, herrrrr gün ölüyoruz, öldürülüyoruz. 


Seviyorlar öldürüyorlar,
Kızıyorlar öldürüyorlar,
Kıskanıyor öldürüyorlar, 
Suçluyor öldürüyorlar,
İstiyor öldürüyorlar, 
Boşanıyoruz öldürüyorlar,
Başkasını seviyoruz öldürüyorlar,
Babamızın istediği ile evlenmek istemiyoruz öldürüyorlar,
"Cinnet geçirip" öldürüyorlar, 


Her gün ölüyoruz, herrrr gün ölüyoruz. 


Karakollar "Ailesiniz gidin barışın." diyerek ölüme, şiddet gördüğümüz yere geri gönderiyorlar bizi. Mezar taşlarımızın  yarısında ölüm sebebi "Ailenin kutsallığı" yazsa yeri. 


Öldüreceklerini deklare ediyorlar, savcılıktan koruma istiyoruz, "yok" deyip vermiyorlar, polisleri Recep Tayyip'in afişini korumakla meşgul, 


Dava açıyoruz, hakimleri cezaevlerini gazetecilere uygun görüyor, potansiyel katillerimiz, tecavüzcülerimizi sokaklara salıyor. 
Yeter artık!!! Yeter yaşamlarımız bu kadar ucuz değil, yeter öldürmeyin bizi, göz yummayın, ses çıkarmayan, göz yuman herkes katildir, bunca cinayete göz yummayın. 


Ayşe Paşalı kocası tarafından dövüldü, tecavüze uğradı 2 yıl önce. Pişmanım dedi serbest bırakıldı. Tehdit etmeye devam etti. Ayşe savcılığa başvurdu, sonuç alamadı, koruma istedi vermediler. Ve Ayşe kocası tarafından öldürüldü. Geriye 3 çocuğu kaldı. 


Artık kadınları göz göre göre öldüren ve doğru düzgün ceza almadan yırtan katiller olmasın diyoruz, hukuk işletilsin ve en azından katillerimiz cezasını bulsun istiyoruz. 12 Mayıs'ta Ayşe'yi öldüren katilin davası var. 


Biz kadınlar Ayşe Paşalı’nın davasının kararını beklemek üzere İzmir’de Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde, İstanbul Taksim Meydanı’nda, Ankara’da Yüksel Caddesi’nde, Eskişehir'de, Antalya’da, Van’da, Sinop’ta, Urfa’da, Diyarbakır’da, Adana’da, Trabzon’da, Antep’te, Samsun’da, meydanlarda, kadın örgütlerinde Çarşamba akşam ve Perşembe sabah 7 24 nöbette olacağız.


Bu akşam 19.00'da Taksim Meydanı'ndayım ben kızımla. Bizi öldürmeyin, katillerimizi serbest bırakmayın demek için. 


"Kadın Cinayetlerine Karşı 7/ 24 Nöbeteyiz…
Kadınlar en yakınındaki erkekler tarafından öldürülüyor!
Kadın arkadaşlarımızı en çok boşanma süreçlerinde kaybediyoruz.
Kadınlara rağmen güçlendirilen ‘aileler’ içinde kaybediyoruz…
Kadınlar savcılıklara başvurduğu durumda da göz göre göre öldürülüyor.
Kadın cinayetlerinin yüzde bin dört yüz arttığı, maalesef her gün gazetelerden bir kadın arkadaşımızı daha kaybettiğimizi haber aldığımız koşullarda Yasama, Yürütme, Yargı bu katliamı sadece seyrediyor!
Katliam haline gelen kadın cinayetlerini fark etmemek, görmezden gelmek nasıl mümkün olabilir derken içinde kadınlara yönelik şiddet, kadın cinayetleri ile ilgili herhangi bir acil eylem planı, projesi, stratejisi hatta bunlara dair tek satır geçmeyen, kadınların çoğunluğu için baskı, şiddet, sömürü ve kimi zaman ölüm mekanı olan aileyi güçlendirmekten gayrısını öngöremeyen  parti programlarıyla karşı karşıya olduğumuz bir seçim sürecindeyiz.
Kadın Cinayetleri Politik!
Artık herkesin görmesi gerekli ki; Kadın cinayetleri münferit değil, adli vaka hiç değil. Kadınları güçlendirme politikaları yerine en çok kadınları tehdit etmek için kullanılan, üstelik şimdilerde 18 yaşına çekilen bireysel silahlanma politikaları, kadınları güçsüzleştiren aileyi güçlendirme politikaları uygulandığı, gerekli yasal düzenlemeler yapılmadığı, var olan yasalar uygulanmadığı, uygulama için gerekli bütçe ayrılmadığı ve kadın - erkek eşitliğini sağlayacak politikalar hayata geçirilmediği için kadın cinayetleri artarak sürüyor. Kadın cinayetleri münferit, kadının yeri evi, kocasının dizinin dibi sayıldığı için, süre giden katliam politik gündemin dışında bırakıldığı için sürüyor. Artık rakamları telaffuz etmeye dahi dilimiz varmıyor, günde 5 kadın, yılda binlerce kadın öldürülürken hemen bir acil durum-eylem haline, teyakkuza geçilmesi gerekirken hala bu katliam münferit, vaka-i adliyeden sayılabiliyor…
Bu zihniyete, bir kadın arkadaşımızı daha kaybetmeye, bu konuda hiçbir adım atılmaksızın kaybedilen bir güne dahi tahammülümüz yok iken bu zihniyetle, korkarız bir kısmımızın hayatta kalamayacağı bir 5 yılı daha düşünemiyoruz…
12 Mayıs’ta yok sayılan 25 milyon kadından, aile içinde kaybettiğimiz arkadaşlarımızdan biri Ayşe Paşalı’nın karar duruşması var. Haksız tahrik, iyi hal indirimleri talep eden ve çoğunlukla alabilen katiller, bu katliamı görmezden gelen, durdurmak için üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmeyen tüm suç ortakları hala aramızda, serbest, sorumsuz, duyarsız…
Kadın Cinayetlerine Karşı Hep Birlikte!
Biz kadınlar Ayşe Paşalı’nın davasının kararını beklemek üzere İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Antalya’da, Van’da, Sinop’ta, Urfa’da, Diyarbakır’da, Adana’da, Trabzon’da 7/ 24 nöbetteyiz.
Biz kadınlar kadın cinayetlerine karşı, birlikte, Ayşe Paşalı duruşmasından çıkacak kararı, kadın cinayetlerini görmezden gelen yasama, yürütme, yargı organlarını, siyasal partileri, medya, demokratik örgütler ve tüm toplumun kadın cinayetlerini durdurmak için harekete geçmesini beklemek üzere nöbetteyiz.
Öfke ve isyanla buradayız. Öfkemiz kadınların emeklerine el koyan, bedenlerini kendi denetiminde gören erkeklere... Erkeklerin şiddetini meşru gören ve hayatı erkeklere göre ören erkek egemen sisteme ve kurumlarına… Değil temel haklarını can güvence altına almak devletin, hükümetin can güvenliğini sağlayamadığı 25 milyon kadının bugünü ve yarınları için öfke ve isyanla buradayız. 25 milyon kadını sorumlulukları dışında gören tüm mercilere öfke ve isyanla buradayız. Bu ülkede kadınların varlığı, hakları kadar canının hiçbir kıymeti olmadığını, kadınların devleti, hükümeti, yargısı olmadığını görmenin öfke ve isyanıyla buradayız. Kadın dayanışmasına, kadınların öfke ve isyanına inancımızla buradayız.
Bu öfke ve isyan siz duyarsız, sorumsuz kaldıkça sürecek, siz sorumsuz ve duyarsız kalamayıncaya kadar büyüyecek…
Öfkemiz kadın-erkek eşitliğini bir ölçü birimi, kadın cinayetlerini münferit ya da yok sayanlara… Kadın katliamı yaşanan bir ülkede kılını kıpırdatmayan, her konuda en şiddetli kavgaları ederken kadın-erkek eşitliğini sağlamak, kadınlara yönelik şiddet ve kadın cinayetleri söz konusu olduğunda sessizlik ve inkarda tam bir mutabakat içinde olan tüm partilere, kurumlara…
Öfkemiz ve isyanımız bugün Türkiye’nin ilk imzacılarından olduğu Avrupa Konseyi Kadına Karşı ve Ev İçi Şiddetle Mücadele ve Bunun Önlenmesi Sözleşmesi gibi imzalanan nice uluslararası sözleşmenin kağıt üstünde kalmasına, 25 milyon kadına uluslararası prestij aracından öte bir ehemmiyet verilmemesine…
Öfkemiz ve isyanımız, 1 yılı aşkın bir süredir kadın cinayetlerinin adli ve münferit ve çözümsüz olmadığını, politik irade gösterilebilirse mücadele dilebilir olduğunu ve yapılması gerekenleri defalarca yinelediğimiz halde siyaseten kör, sağır, dilsiz davranan tüm partilere, kurumlara... Bu katliam sürerken tüm ilgili mercilerle acil bir eylem planı hazırlamayan, uygulamayanlara, haksız tahrik indirimi uygulamasını sürdüren, yeterli sayıda sığınak açmayan, var olan yasaları uygulamayan, gerekli yeni yasal düzenlemeleri yapmayanlara… Öfkemiz ve isyanımız kadın erkek-eşitliğini fiili olarak sağlamak için harekete geçmeyen, hatta direnen,  her vesile ile tartışmaya açanlara ya da hiç telaffuz etmeyenlere…
Size söyleyecek sözümüz kalmadı artık, ya 25 milyon kadının hayatı için görevlerinizi yapın ya da hayatımızdan çekin gidin!
İstanbul Feminist Kolektif / 11.5.2011"



10 Mayıs 2011 Salı

Anneler Günüm



Bizim kuzu kamera görünce delirdiğinden, gizli kamera ile çekeyim dedim, ama ben hazırlayıp, gizleyene dek bizimkinin enerjisi epey azalmıştı. Yine de tadımlık olsun. 

Esrin-Esin-Tolga-Ahu-Mumu
Özlem ve Maya
Bu hafta sonu anneler günüydü biliyorsunuz. Aslında böyle özel günlerden hiç hoşlanmasak, tüketim günü olarak görsek, sevene sevilene her gün özel desek de, şu son dönemde hayatımızdaki kocaman gelişmelerin sonucunda "anne" olmuş olarak böyle bir günü yaşamakla eğlendik hep beraber. İlk anneler günümdü. İlk anneler günümde Savaş ve kızım bana mor bir saat almışlar. Lafın gelişi değil ha, Savaş Aze'nin önüne çıkarmış bir sürü saati, Azoşka da benim kızım olduğunu hemen belli ederek, mor olanını seçmiş. Anneler günümüze, 5 anne, 5 bebek, 4 baba kahvaltı yaparak başladık. Aramızda karar verdik ki, bizim gibi ailelerin bebeleri sakin ve uyumlu oluyor. 6 ila 19 ay arası 5 bebe hiç mi rahatsız etmez insanı? Hiç mi arıza çıkarmaz? Çıkarmadılar valla, güzel güzel sohbetlerimizi ettik, kahvaltımızı yaptık.  Bu arada Şirvan Kebap; Açık büfe kahvaltısı, çocuk oyun odası, mama sandalyesi, alt değiştirme-emzirme bölmesi, ferah mekanı ile artı, mama sandalyelerinin kirli, alt değiştirme yerinin küçük ve ters olması sebebiyle eksi oy aldı tarafımdan, 10 üzerinden 7 ile başarılı sınıfında yer aldı. 

Sonrasında önce Orman Genel Müdürlüğü sonra İstinye Park gezisi ile bitirdik anneler günü gezmesini. Behzat ile de altın vuruş yaptık. Pek güzeldi pek keyifliydi. 
Özlem(D)-Maya
Aze kuş son günlerde beni pek özlüyor ve eve geldiğimde çılgına dönüyor. Sarılıyor, yüzümü öpüyor, ısırıyor, saçıma doluyor ellerini kafama sarılıyor... Uyumak istemiyor yeniden işe gideceğim diye, yanımda kalmak istiyor. Üstelik taş çatlasın 3.5 saat dışarıdayım. Sabah akşam mesaiye başlasam ne olacaktı hiç bilmiyorum.Ayakta duruyor epey, kollarından tutarsak adım atıyor. Yürütecini ise ustaca kullanmaya başladı, dönüyor, çekiştiriyor, engeller aşıyor, tek ayak, çift ayak şov yapıyor. Doymayınca mam mam diyor. Baba diyor, anne ne demek biliyor. "Anne nerede, anne geliyor" gibi cümleleri anlıyor bana bakıyor, odada yoksam kapıya bakıyor. İşten dönüşümde kapıyı çaldığımda "Anne geldi" dediler mi hemen delirmeye başlıyor.
Doruk ve Aze kuş camdan bakıyor!
Hayat tamamen normale döndü. Hormondu, süttü, sağmaydı, lohusalıktı, tüm korkunç günler tamamen bitti. Bundan 1.5 yıl önceki Derya tamamen geri döndü. Dolayısıyla mutluyuz, mesuduz. Aze kuşun hayatmızdaki varlığına da tamamen alıştık ve onu hayatımıza uyarlamayaı öğrendik, o mutlu, biz mutlu, hayat güzel. Yaz da geliyor ki hepten güzel. Anne olmak güzel bir şey. Bunu farketmek 6-7 ay sürüyor olabilir. Olsun, farkettikten sonra çoook uzun bir zaman var nasılsa keyfi için.

8 Mayıs 2011 Pazar

Aferim

Aferim bana ki bir önceki yedi postunda te başlıktan vermişim hatayı.
8 o efenim 8.
8. yılımız bitmiş, 9.'a girmişiz. Tek hatamız bu olsun.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Yedi

 tam 7 yıl önce bu vakitler, manyak gibi dans edip, halay falan çekip içiyorduk bir yandan da. acayyip eğleniyorduk. gündüzünde ise epey çile çekmiştik. dile kolay şuradaki ve şuradakine  benzer gudik şeyler giyili vaziyette tanımadığımız insanların bizi öpmekteki ısrarıyla savaşmakta, karşılığında altın veriyor olmaları hasebiyle sessiz kalma kararı verkmekte idik. 

şaka değil düğün salonuna ayyayye koko cambo ile girmiş iki zavallıyız. oysaki olanca kıro solculuğumuzla merdena mına ile girme talebimizi belirtmiş, gereken altyapıyı sağlamış idik. israil ve amerika'nın bu elim olaydaki parmaklarından hala şüpheliyiz. 
bu şoku atlatamadan ise ümit besen ile dans etmiş, bıçak kesmiyor diyen garsonu bıçaklamış idik. bu sonuncusu şaka, bıçaklamadık, pastayı kafasına geçirdik. 

"yeaa bırak o da eksik kalsın", "bu da olmayıversin", "geç onu geç" şeklindeki yaklaşımlarıma cinnet geçirmeye 5 kala edasında göz deviren aney, duvak da almadığımı görünce cinnete 1 kalaya kadar gelmişken "temam temam" diyerek pes etmiş, son anda nereden ayarlandıysa getirilen bir bildiğin tülü kafama örtmüştüm. ahahah şaka değil! yani tül değil elbet ama kafamla direk hiçbir bağlantısı olmayan bir duvak tepemden sarkar iken salona girmiş ve cambaz edasıyla (ve ümit besen çalarken ühühühühüh) dans etmek zorunda kalmış idik. o duvak sen kay, çınarlıada garibim tutmaya çalış, saryade sinirlen, o zamanlar henüz dilde seksizme duyarlı olunmadığından "sikecem duvağını da gelinliğini de" şeklinde söylen falan derken ben soyunup rezalet çıkarmadan bitti neyse ki ümit besen de oturabildik nikah masasına. espri yapma zorunluluğu bulunan nikah memuru ve onunla paslaşmakta zorunlu olan nikah şahidi engelini de kimseyi öldürmeden tamamlayıp, üstüne onyüzbinmilyor kişi öpüp, düğünün en eğlenceli kısmı olan takı sayma merasimini de atlatıp, iki üç tur tey tey kendinden geçip halayı da çektikten sonra, düğünlerin ennnnnn olay çıkarıcı an numara 1'de yer alan aile fotoğrafı çektirme modunu bile atlatıp, akşamında kendimizi taksim'e o manyak kıyafetlerden de kurtulup attık ki normal insanlar bunca manyaklıktan nasıl keyif alabiliyor zerre anlamadan. 

şimdi eğlenceli kısmı özet geçip tüm bu eziyetli saçmalıkları niye anlattım biliyor musunuz, ben tüm bu korkunç saçmalıklara, sonrasında gelen ailenin dahli saçmalıklarına, kurumsallığın dibine girmeye, toplumsal beklenti gerzekliklerinin kıyısından da olsa girmeye sadece ama sadece ama sadece bu adam için katlanırdım, sadece bu adam için katlandım. zira ben gibi delinin agresyonu sıklıkla normal sınırları aşsa da bunca saçmalığı ancak bu adam bu kadar komik ve eğlenceli hale getirebilirdi. (yarın bir gün aze okur diye çocuk sahibi olmak saçmalığı hakkında yazmıyorum hiç, şşşş) 

bunca yıldır yaşadığımız bunca zorluğa rağmen inandıklarımıza asla ihanet etmemiş olduğumuz için, 
rahat edip, mülk sahibi olalım, para edinelim diye kendimizden hiç vazgeçmediğimiz için, 
her tür zorluğa el ele göğüs gerip mücadeleden hiç vazgeçmediğimiz, kendimizi kandırıp kendimizden vazgeçmediğimiz için, 
kavga dövüş de etsek, didişip birbirimizi gıcık da etsek yoldaşlığımızı hiç kenara bırakmayıp kendimizi, ilişkimizi hep ileriye götürdüğümüz için, şahane bir imalat ile olağanüstü ürün aze çınar'ı oluşturduğumuz için,

benimle aynı evi paylaşmaya başladığın ve benim bugüne kadar yaşamamı, sakarlıktan, açlıktan, pislikten, beceriksizlikten ölmememi sağladığın için,

beni çok sevdiğin, kendini çok sevdirdiğin için,

sana koca bir ömür borçluyum. 
işbilir insanım, sana güzellik yapıyor görünüp kendimi sağlama aldım!! 

seni o kadar çok seviyorum ki, bilebilsen çok şaşarsın.

3 Mayıs 2011 Salı

9 iyidir.


Karnımda geçirdiği süre kadarını dünyada da geçirdi Aze Çınar an itibariyle. 9. ayını bitirdi. 9. ay pek hoş geldi. 2 minik dişle, 1 minik ev ve 1 minik işle geldi. Şimdi farkettim ki pek mini mini gelmiş hakkaten. Mini mini not geçeyim o halde;

- Azoşka'm babba, mamma diyor gayet anlamlarını bilerek. Dertlendiğinde, ağladığında, naz yaptığında sarılıp mağmmmmm diye ağlıyor ki ben bunun anne demek olduğunu düşünüyorum :) tüm hamileliğim boyunca house m.d. - greys anatomy falan izlediğimden kızım ingilizceye aşina ondan mam diyo bana ehehhe.
Baya bildiğin şarkı söylüyor. Tempo tutuyor. Müzik kulağı pek iyi.

- Bir haftadır pek değişti huyu kuzumun. Bir yandan biraz huysuzlaştı öte yandan sarılmalar, yanak ısırmaya çalışmalar, ele yapışmalar, kahkahalar dünya tatlısı oldu iyice. El sallamayı öğretti Savaş, "gel" ve "bay bay" şeklinde 2 adet el işaretimiz var.  Huysuzluk da hem diş hem yeni eve alışamamak falan normal tabi.

- Kızım kuzum an itibariyle, peynir, pekmez, ceviz, tereyağı, buğday ekmeği, ıhlamur, yumurta, kıyma, brokoli, pırasa, karnabahar, lahana, bezelye, nohut, patates, şehriye, makarna, pilav, elma, armut, avokado, yoğurt yiyor durumda. Bayadır tartılmıyor ama sanırım 10 kiloyu geçti dana. Tembelliğinden emeklemiyor. Ayakta baya bir duruyor koltuklara ve bilumum yerlere tutunup.


- Evimize iyiden iyiye yerleştik. İteleye iteleye sığdık. Rahata erdik, merkeziliğin tadını çıkarmaya başladık.

- Aze kuzu anne karnının ardından, bizzat da 1 Mayıs'a katılmış oldu. Oynadı, halay çekti, tepindi, halkı selamladı, güldü, kahkaha attı. Velhasıl epey iyi geldi ona 1 Mayıs.

- Aze annesi ise geçici bir işe başladı 40 günlük. Çat diye bir gün içinde oldu bitti. Yaklaşık 18 ayın üstüne de acayip iyi geldi ne yalan söyleyeyim.
Bir de üst üste gelen iki acayip benzer iş teklifi bir kez daha şoka soktu kendisini. Yaklaşık aynı şekillerde, aynı sürelerde gerçekleşmesi istenen benzer iki işin birinin diğerinden 6 kat daha az olması ve üstelik 6 kat fazla olan yüksek olduğu için değil, diğeri yerlerde süründüğü, hakaret gibi olduğu için oluşan bu şokla birlikte, insanda kapitalizmin insanın en korkunç yanlarını nasıl ortaya çıkardığına bir kez daha tanık olmuş oldu. Gidecek bu diyarlardan en kısa zamanda kesin. Hiçbir zaman para kazanmak için ( hem de artı değer üzerinden) bu hallere düşmeyecek.

- Başladığı iş ise, (niye kendimden 3. şahıs gibi bahsetme moduna geçtim hiç bilmiyorum.) yine TV. Seçime kadar sürecek bir program ile ilgili. Bugün ilk günümdü ve uzun bir aradan sonra sevdiğim işi (aslında hangi işi yapsam şu an mutlu olurdum) yapmaktan hemi de tam zamanlı olmayan şekilde yapmaktan mutlu oldum. Kızçemi özlesem de eve geldikten sonra, daha öncekilerden çok daha uzun süreli oynadığımızı ve daha eğlenerek, mutlu olarak vakit geçirdiğimi farkettim.

- Ebeveyn buluşmalarımız olanca güzelliğiyle sürüyor. Dans atölyesinden sonra, bir de Taksim buluşması yaptık. Bu hafta açık hava düşünüyorduk ama benim iş sebebiyle anneli babalı pazar  pikniğine çevireceğiz sanırım. Bekleriz tüm anne ve babaları.  Damdan düşeni damdan düşer anlar ya, şahane iyi geliyor her birimize bu toplaşmalar. Toplaşmalara gelen ailelerin aynı modda olup iyi anlaşması da yap bal oluyor tabi.

Eveeet bu seferlik de bu kadar. Arayı çok açmamak dileğiyle sıcak baharlar dileriz.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...